Yaşamını insan özgürlüğünü ve insan haysiyetini korumaya adamış bir kişiyi anlatan bu kitap, insanlık tarihinde ilk defa özgür bir ölümün, esir bir yaşamdan çok daha kıymetli olduğunu bütün insanlığa öğreten üç yüce insanın anısına ithaf olunmuştur. Onlar, Atatürk’le birlikte, tüm özgürlük savaşçılarının ve insan haysiyetinin hamilerinin önderi olmuşlardır:
Kendi ordusundan üç kat büyük Pers Ordusu’nu perişan ederek Maraton Savaşı’nı kazanan Atinalı General Miltiades,
Termopil’de binlerce kişilik Pers Ordusu karşısında 300 kahramanı ile birlikte şehit düşen Sparta Kralı I. Leonidas,
Kendi donanmasından kat kat üstün Pers Donanması’nı Ege’nin sularına gömerek Salamis Savaşı’nı kazanan Atinalı Amiral Temistokles.
İnsanlık, haysiyetini bu üç kahramana ve onlarla omuz omuza savaşan ve sadece mütevazı çiftçilerden, zanaatkarlardan, tüccarlardan oluşan tüm hür vatandaşlarına borçludur.
Ahmet Haşim'in Mektubu
“Ankara’da Almanya İmparatoru’nun Anadolu hastalıklarını incelemek üzere gönderdiği bir tıp heyetinin bazı büyük rütbeli üyeleriyle görüştüm ... Anlamışlar ki, Anadolu Türkleri’nin karınları kurtlarla yüklü ve kanları bu kurtların salgıladığı parazitlerle dolu bulunuyor. Cinsi yakın bir yok olma ile tehdit eden bu halin sebebi nedir bilir misin? Beslenme eksikliği. Her ne kadar garip görünse de Anadolu Türkleri henüz ekmek yapımından bile habersizdirler. Yedikleri mayasız bir yufkadır ki, ne olduğunu yiyenlerin midesine bir sormalı! ... İstisnasız nakil vasıtaları olan kağnı hiç şüphe yok ki taş devri keşiflerinden ve âletlerindendir. Kağnı bir araba değil, fakat hayvana yapışıp ... onun kanını ve canını emen bir canavardır! ... Evlerine gelince, onlar da öyle: Duvarlar yontulmamış alelâde taşların, çalı çırpının, leylek yuvasında olduğu gibi gelişigüzel dizilmesinden hasıl olmuştur. Anadolu külliyen temizlikten mahrumdur. Sakallı Celâl’in dediği gibi, en nefis icatları olan yoğurt bile pislik mahsûlünden başka birşey değildir. ...Anadolu hemen baştan başa frengilidir. Anadoluluların güzelliği de bozulmuştur. Bir köy, bir kasaba veya bir şehrin kalabalığına bakılsa, topluca o kadar topal ve topalların o kadar muhtelif çeşidi görülür ki insan kendini eşyanın şeklini bozan dışbükey bir camla etrafa bakıyorum sanır”5
Bu mektupta yazılanlar Bağdat doğumlu bir şairimizin kaleminden çıkmıştır. Hâşim, Galatasaray’da okumuş, İzmir’de öğretmenlik yapmış, Düyûn-u Umumiye’de çalışarak devletinin mâlî sefaletini yakından tanımış, Birinci Dünya Savaşı’ndaki askerliği esnasında ise Anadolu’yu gezmiştir. Daha sonra Osmanlı Bankası’nda çalışan şâir, tedavi için Frankfurt’a gittiğinde Avrupa’yı da yakından tanımış, bu konuda ölümünden bir yıl önce bir de Frankfurt Seyahatnamesi başlıklı bir kitap yazmıştır. Yani, Hâşim’in gözlemleri bilgili ve akıllı bir adamın gözlemleridir.
Atatürk toplumu pek çok şartlanmadan vazgeçirerek birlikte yaşayabilen bir topluluk haline getirmek istedi. Diyor ki, bu topluluk bir süre sonra artık birbiriyle anlaşmak suretiyle birbirini öldürmeden, birbirinin inançlarına, birbirlerinin düşüncelerine saldırmadan yaşayabilir, ama birbirlerinin düşüncelerini medeni bir şekilde eleştirebilir de. İşte biz buna medeniyet diyoruz. Toplumu oluşturan bireyler her şeyden önce kendi rızalarıyla bir araya gelsinler ve her konuda aynı fikirde olmasalar bile bir birlikte yaşama iradeleri olsun. Bunun için bir temel kurmamız lazım, bu temelin de en önemli ayağı bilgidir. “Dünya hakkında bilgi sahibi olmamız lazım” diyor. O dönemin Osmanlı İmparatorluğu’na şöyle bir bakalım: Mesela, Osmanlı İmparatorluğu’nda arkeolojik çalışmalar var, Osman Hamdi Bey dışında bir tane Türk yok aralarında. Bütün çalışmaları yabancılar yapmış. Jeolojiye bakalım, bir tane adamı yok. Oysa İngiliz İmparatorluğu jeolojinin önemini anlamış 1835’te bir jeoloji servisi kurmuş. Bütün dünyanın “büyük”, bir tek Türklerin “deli” dediği Rus Çarı Pedro’ya bakalım, 1700 tarihinde jeoloji servisi kurmuş, henüz jeoloji bilimi ortaya çıkmadan. Neden? Madenleri var ülkenin. Bu madenleri akılcı bir şekilde yönetmenin gerekliliğini görmüş ve esas işi aslında bugün jeoloji dediğimiz bilimi yapmak olan bir madenler bürosu kurmuş.
Şimdi Atatürk’ün yapmak istediği, medeniyetten kastı, birbirinin fikirlerine tahammül edebilen, birbirinin fikirlerini eleştirerek, gözleme, mantığa dayanarak eleştirerek geliştirmeyi bilen bir toplum yaratmak. Bunun için de Atatürk’ün önündeki otoriter sistemi ortadan kaldırması lazım.