14 Eylül 2024 Cumartesi

Bireyin Kimlik Arayışında Yerel ve Küresel Şirketlerin Yeri








Çok uluslu şirketlerin sunduğu kimlikler ile ulus-devletlerin sunduğu kimlikler arasındaki çatışmada birey iki tarafın da yanında zaman zaman yer aldığı gibi zaman zaman da sadece tek bir tanesinin yanında yer almaktadır. 



''Almanlar Neden Daha İyi Yapar ? '' isimli kitaptan yerel bir şirket olarak Tim Hornemann'ın şirketinin bir Alman şirketi olması ancak erişim açısından küresel ölçekte olan ve bağlılıkları açısından yerel olan bir şirket olması örnek gösterilebilir. Hornemann büyük süpermarket zinciri Edeka, Rewe, Aldi ve Lidl'in tezgahlarında satılan düşük maliyetli suşi pazarının çoğunu ele geçirdi. Buradaki örnekte Almanya ve diğer ülkeler arasındaki büyük fark buradaki şirket sahiplerinin güçlü bir yerel sadakat duygusu hissetmeleridir.Bu yerel duygu kimi zaman yerel bir spor kulübüne verilen desteğin normal bir şekilde yerel işletme tarafından verilmesi gerektiğinin düşünülmesi olabilir.¹


Yerel sadakat duygusu ile şirket kültürünün getirdiği kimliğe olan sadakatin çarpışması iyi anlaşılmalıdır.Küresel ölçekte şirketlere sahip olan yöneten ve bu şirketler içerisinde çalışan bireylerin bu şirketlerin kimliklerini bir parça da olsa taşımaları gayet doğaldır, ancak diğer yandan bu kimlik ile ne kadar mutlu oldukları ise sorgulanmalıdır ? Bireyin kendisini gerçekleştirme, hayatın ve toplumun içerisinde var olabilmek için edindiği kimlik onu nerelere kadar getirecektir ? Neler yapmak zorunda kalacaktır ? Hem yerel hem de küresel kimlikler için geçerli olan bu sorular bireyin seçimine göre değişkenlik göstermektedir. Seçtiği örgüt kültürü mü ? Yoksa yerel bir kültür mü ? olacak bu seçime göre de yine hayatındaki diğer seçimler şekil alacaktır.



Her şirket bir canlı varlık olarak kabul edilmekte bu şirketlerin birer örgüt kültürü ortaya koymaları beklenmekte ve bu olaylar silsilesi sonucunda bir şirketlerin markalaşması ve birer canlı varlık olarak kimlikleşmesi kaçınılmaz bir sonuç olarak ortaya çıkmaktadır.Diğer bir kitaptan bir alıntı ile devam edelim.



'' Küresel Güç Eliti zenginliği yoğunlaştırdıkça, büyük efendilerin koruma talepleri artacaktır. Bu talebe yanıt, çıkarları sermayenin çıkarlarıyla örtüşen ulus-devletlerin, işbirliği halinde çalışan ve rejim değişiklikleri, savaşlar, işgaller, suikastler ve gerekli olduğu hallerde gizli operasyonlar örgütleyen istihbarat birimleri olacaktır. Atlantik Konseyi, Küresel Güç Elitinin bu kaygılarını yansıtır ve gerekli eylemlerin parametreleri konusunda tavsiyeler sunar.''²          



Geldiğimiz bu noktada ulus-devletlerin karar alma mekanizmalarını etkileyen bu şirketler ve bu şirketlerin kültürleri toplumların geleceği ile ilgili kararları çok rahatlıkla alabilmektedirler.Bu kararları alırken de bazı devletlerin imkanlarını kullanmaktan çekinmemekte ve ortaya koydukları bu örgüt kültürünün bir parçası haline gelmiş bireyi ve bireyleri kullanmaktadırlar



Sermaye, kar neredeyse orada anında ve uluslararası hiç bir engelle karşılaşmadan özgürce dolaşırken, ulus-devletler giderek daha fazla baskıcı emek gücü kontrollerine başvuran nüfus toplama merkezlerine dönüşüyor.² Bu dönüşüm ulus-devletleri birer birer ekonomik olarak bir parça da olsa kalkındırıyor gösterse de Baumann Küreselleşme kitabında da bahsettiği gibi yoksulluğa karşı savaşması gereken kurumların aslında böyle bir savaş vermekdiklerini Goffman'ın da dediği gibi ( person sözcüğünün ilk anlamı ) sadece ama sadece böyle bir maske taktıklarını gösteriyor bizlere.



Dünyadaki yoksullar -yoksullukları ister eski ya da yeni, isterse ata yadigârı ya da bilgisayar ürünü olsun bu masalların kurgusu içinde başlarına gelecek belanın pek farkına varmazlar. Medya mesajdır ve dünya çapındaki piyasa düzeninin sürmesini sağlayan medya, vaat edilen "aşağıya damlama" etkisinin gerçekleşmesini kolaylaştırmak şöyle dursun, tam tersine, engeller. Yeni servetler, sanal gerçeklik içinde doğar, filizlenir ve serpilip gelişir; bu yeni gerçeklik, yoksulların eski moda, kaba ve ham gerçekliklerinden tamamen yalıtılmıştır.3




Göçebe sermayenin yeni, cesur ve monetarist dünyasının karnında beslenen yeni kuşak "aydınlanmış sınıflar"ın masallarında anlatılana bakılırsa, savakların açılması ve devletler tarafından çekilen setlerin dinamitlenmesi dünyayı herkes için özgür bir yer yapacaktır. Bu tür masallara göre özgürlük (her şeyden önce, ticaret ve sermaye hareketi özgürlüğü), içinde servetin eşine rastlanmamış bir hızla büyüyeceği bir seradır; ve bir kere servet katlanmaya başladığında, herkesin payına daha fazlası düşecektir.3 Buradaki nokta ise bu devletlerin milletlerinin kendi kültür ve normlarını koruması isteğidir.Her şirketin kendi örgüt kültürü olduğu ve normları vardır. Uluslar arası bu şirketler zamanla ulus-devletlere fikri olarak saldırmaktadır aslında kendi kültürlerini o coğrafyada yaşatmak adına şirketler birer canlı halini almış birer kültürün parçası haline gelmiştir.Tek bir kültürün ortaya çıkması durumu ise bu saldırıların sonucunda insanların aldığı eğitim ile birlikte yapacakları değerlendirmelerle sonuçlanacaktır. İnsanlık dünyada tek bir kültürün parçası mı ? olmak istiyor yoksa kültürlerin ve renklerin mi ? parçası olmak istiyor bunu zamanla göreceğiz.




Küresel şirketlerin kültürlerine yakın olanlar ise katman katman hangi seviyede olduklarına göre fikirleri değişmektedir.Örgüt kültürü olan bir şirketin başlangıç seviyesindeki bir bireyin özellikle yerel düşünceye ve kültüre daha yakın fikirlere sahip bir bireyin bakış açısı yerel düşünceye ve kültüre daha pozitif iken daha üst seviyede bir bireyin yerel düşüncelere bakış açısı daha negatif olabilmektedir.Bunların haricinde üst pozisyonda bir şirkette yer alan bireyin yerel düşünceye ve kültüre daha yakın olması da ayrı bir ihtimal olarak kenarda bulundurulmalıdır.Galiba burada bireyin olayları algılama, anlama gibi kavramların önemini yeniden anlamaktayız. Bireyin bu şirketleşen dünyada kendisine bir kimlik daha edinmesi kendisini mutlu etmek için attığı bir adımı temsil etmektedir, en azından bu adımı atan kişinin kendisi için.Kendi benliğini ve kimliğini bulamayan birey bir şirketin yahut bir devletletin ona sağladığı kimlikte kaybolmaktadır.Bu kayboluş kendi halkından uzaklaşma ile başlamaktadır.Bu kimliği elde etmeden önce bireyin gelir seviyesi ise elbette en önemli hususlardan bir tanesidir, bu husus bireyin yetişmesinde gelişmesinde ne kadar önemli ise bu gelişim ve eğitim sürecinde edindiği bilgiyi ölçüp tartma ve kendini ifade edebilme kendisine bir kimlik oluşturabilme kabiliyeti kazandırmaktadır.Bu kazanım bireyin topluma katkısını göstermektedir bu tür bireylerin kazanımını hafife almamak gereklidir.Bir bireyin yetişmesi ve gelişmesi topluma ve ilk başta kendi etrafına sunduğu kimliği basit olarak ele alınacak konular kesinlikle değildir.




           İşte burada bu süreçlerden geçen bireyin uluslararası şirketlerin gücünü mü ? temsil etmesi gerektiğini ya da yerel bir kimliğin değerlerini mi ? temsil etmesi gerektiğinin sorgulamasını yapmanın yanında her ikisini de tercih eden bireylerin de olduğunu da görmek gereklidir. Goffman'ın dediği gibi olay aslında birey ve maskeler arasındaki seçimden ibaret günün sonunda.

            

            '' Toplum belli toplumsal özelliklere sahip herhangi bir bireyin diğer insanların kendisine belli bir şekilde değer vermelerini ve davranmalarını beklemesinin o kişinin ahlaki hakkı olduğu ilkesi üzerine kuruludur.''4



Kaynaklar:


1. Almanlar Neden Daha İyi Yapıyor: Gelişmiş Bir Ülkeden Notlar / John Kampfner

2. Peter Philips - Dev Şirketler & Küresel Güç Elitleri

3. Küreselleşme - Toplumsal Sonuçları / Zygmunt Bauman

4. Erving Goffman - Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu



Salih Yücel GÜR 


18 Haziran 2023 Pazar

Dil ne kadar dönse de sözler duyguların tercümesi olur mu?

        Acı çekmek için illa kan mı dökmeli insan... Varoluş amacını bilen birey için en zoru düşüncelerin de acı çekmekti.Farkın da iken tüm oluşumun; hiçbir şey yapamıyorsun ve bu huzursuzluk seni hârekete geçirecek iken güven veriyor olması ise en büyük yanılgını doğuruyor.

        Baş ucum da sen de olmasan bu yaşam ne kadar renksiz olur benim için düşünemiyorum. Rüzgar da savrulup uçan yaprak, dalın onu tutmadığına kızgın ve kırgın, rüzgar ile oradan oraya savrulur iken artık boş vermişliği, yaşama karşı umursamazlığı, yüz tutmuş vurdum duymazlığı ile uçar iken bir o taşa bir bu taşa vurar iken habersizce bağlı olduğu dalın köklerinden aldığı o vitamin ve minarellere sarılmıştı. Belki de yolcuğu hep böyle geçecek iken, can vereceğini bile bilmeden bir tohuma.. O kış örtü olup, ağaçtan getirdiği minareller ile tohuma can oluşu ilahi bir kudret değilde nedir.

        Hayatta öyle değil mi, önce bırakmıyacakmış  gibi sahiplenip, besleyip, sonra fütursuzca bırakılıp yaşam da kırgınca hâreket eder hâle getiriliyoruz. Devam eden süreçte ise başka bir hayata yaşam kaynağı oluyoruz. Uzun bir yolculuk olan bu yaşantımızın belki de şuan o umursamazca terk edişilimiz ile başka bir yaşama can verilen kısım ile bir yerdeyiz... 


#ÇIĞAY 

1 Haziran 2023 Perşembe

29 Aralık 2022 Perşembe

Markalaşma ve Kalite Algısı

 


Markalaşmanın en parlak dönemini yaşıyor çağımız, önemli olan kaliteli bir ürün ya da hizmet tüketmek mi? Yoksa marka bir ürün ya da hizmet tüketmek mi ?

 

Burada kalitenin tanımlanması bireylere ve düşünürlere ( İshikawa,Juran, Deming ) göre değişmesi elbette en büyük etkenler arasında yer almakta.Ancak alanlarında popüler markaları düşünürsek aslında kalite algısının da bir ortalamasının olduğunu bunun da reklamlar ve dönemsel güven  aracılığı ile oluşturulduğunu görebiliriz.Gerçekte bir marka bir canlı değildir bir markanın değeri yoktur ancak burada o markanın bize yaşattığı doyum ve haz bizlerin bu markanın bir değerinin olduğunu düşündürür.

 

Evrensel anlamda markalaşmış bir markanın gelişim ve markalaşma süreçleri elbette zorludur ancak bu süreçleri atlatan marka o zirveyi tırmandığında dönemsel olarak kazandığı güveni kullanalarak size dönem dönem kalitesiz ürün sunabilmektedir.Dünyadaki hiç bir marka yoktur ki böyle bir sunum ile aslında sizin güveninizi kullanmasın, neredeyse her marka bunu yapmaktadır aslında, çünkü kaliteyi birbirinden ayırt edecek bireylerin çoğunlukta olmaması ve bu bireylerin marka takıntıları bu olaylar zincirini tetiklemektedir.

 

Çoğunluk evet, demokrasinin bile iki çeşidi var Çoğunluk mu ? Çoğulculuk mu ?

 

Popüler kültürü oluşturan o çoğunluk,toplumumuzun yeni kavramlara sahip olmasının başmimarları. Peki popüler kültür aynı zamanda tek bir kültürün olmasını da sağlamayacak mıdır zamanla ? Bunu ancak zamanla öğreneceğiz galiba.Dünyada tek bir kültürün olmasını istemek tek bir kültür tek bir para birimi, tek tip bir insan modeli ve onları yönetenler.Bu durumun elbette avantajları olduğu gibi dezavantajları da vardır.

 

Peki bu nasıl bizlere demokrasi ve özgürlük kavramları ile dayatılmakta ? Çünkü demokrasi nedir ?  bilmiyoruz.Çünkü özgürlük nedir ? bilmiyoruz...

 

Aynı kültürü paylaşan insanların arasında oluşan iletişimin kalitesi ile ilgili araştırma yapan ABD'li Antropolog Edward T Hall aynı kültürü paylaşan insanların iletişimlerinin kalitesinin daha da iyi olduğu fikrini ileri sürmüştür.

 

Diğer yandan kültür nedir ? Kültürlü bireyler arasındaki iletişimin gücü nedir ? Bu da elbette farklı bir iletişim çeşididir.Burada aynı kültür seviyesini paylaşan bireyler arasındaki iletişimin boyutunu küçümsememek gereklidir...

 

Reklamları bile alıcılarına göre sınıflandırıldığı dönemimizde kuşakların isimlendirilmesi elbette sosyoloji bilimi için yeni bir adım değildir, ancak bu isimlendirmenin bu dönemde daha da çarpıcı şekilde topluma inerek önümüze sunulması dikkat çekicidir.

Salih Yücel GÜR