31 Temmuz 2017 Pazartesi

Samimi merak ve ilgi


Samimi merak ve ilgi 

Bireyin aydınlama sürecindeki yalnızlığı sonucunda kazandığı evrensel bilgi yolunu aydınlatır.Gerçekten ama gerçekten herhangi bir akademik alanda samimi merakı ve ilgisi olan bir birey o ilginin ve merakın tatmin olması için elinden geleni yapmalıdır.Bireyin yaşı küçük ise çevresindeki insanların onu yönlendirmesi gerçekten ama gerçekten çok çok önemlidir.


Detaylara inebilen her birey her sistemi yeniden en başından itibaren yapılandırmayı öğrenir.Yorulmaz yeniden başlar bunun farkında olan diğer milletler çocuklarını hangi alanda ilerleyeceklerini çok erken bir dönemde belirlemekte ve ilgilendikleri alanın akademik alanlar ile ilişkisini gözlemlemektedir.Bu türden bir bireyin anne babasının doğru yönlendirmesi ile oluşacak yeni soruların ve samimi merak ve ilginin giderilmesi bireydeki bilgi tatmini duygusunu karşılayacaktır.Dünyada bilgi tatmininin sonu yoktur bu yüzdendir ki bilim her geçen gün insanoğlunun hayatına etki etmekte teknoloji günümüzün günlük her alanına hakim olmaktadır.


Ülkemizde bireyin yetişmesi için aldığı eğitimin bilinçli bir şekilde verilmesi ve bireyinde aldığı eğitim ile yapabileceklerinin farkında olması gereklidir.Bireyin aldığı eğitim onun geleceğine doğru attığı adımlardır.Evrensel bilginin farkında olan anne-babalar bireylerini topluma kazandırırken toplumun gerçeklerini de onlar yansıtmalıdırlar.Ancak etik de unutulmadan bu gerçekler yansıtılmalı ve bireyin topluma olan katkısındaki kazanç arttırılmalıdır.


Eğitim illa ki okul demek değildir.Eğitimi hayatın her alanında prensip edinmiş milletlerin nasıl kalkındığını görmekteyiz.Bu yüzden bakmak ile görmek arasındaki farkı anlayabilmek için okumak gereklidir.


Çocuklarımızın yetiştirilmesinde gözlem çok önemli bir süreçtir.Bireyin ilgilisini kırmamak ve onu yönlendirmek için gözlem çok iyi yapılmalıdır.Atılan her yanlış ve baskıcı adım bireyden anne-babaya dönen bir adım demektir.


Bireylerini kaliteli bir şekilde eğiten uluslar ilerlemek için çok çalışmaktadırlar.Bireylerimizi eğitmek için bizim de daha çok çalışmamız gereklidir.Yaya geçidinden geçen bir yayaya geçiş izni vermeyen bir sürücü eğitim almamış bir birey demektir.En basit örneği ile anlatmak gerekir ise en basit örnek budur galiba...

Salih Yücel GÜR

Günümüz Türkiye'sinden Kurum Manzaraları





Çalıştığınız bir kuruma tanıdığınızı almak genellikle  toprakçılık olarak tanımlanmaktadır.Bu bazen iyi bazen ise güç dengesini bozan bir düzen getirir kurumlar açısından.Toprakçılık yapan en az iki bireyin hangi kademede çalışırlarsa çalışsın birbirleri ile ittifak yapabilmelerine yol açar.Bunun sonucunda çalıştıkları kurumda bir güç dengesi oluştururlar ve bu mekanizma sayesinde istedikleri gibi o kuruma yön verirler.

Yöneticilerin değişmesi toprakçı bireyler için o kadar da önemli değildir.Çünkü onlar istedikleri elemana istedikleri gibi bir baskı şekillendirip dayatabilirler.İşe alınan yeni elemanın iş tanımlamasının dışına çıkabilir,iş tanımlamasının içeriğini dezenforme edebilirler.Ancak ama ancak toprakçılık yapan bireylerin bir kurumda düzgün bir şekilde çalışmaları için en az iki kişi olan bu bireylerin ikisinin de dürüst bir yapıya sahip olmaları gerekmektedir.Etik ve iş ahlakı denilen kavramdan bir haber olan bireylerin aynı kurumda çalışırken toprakçılık yapmamaları neredeyse imkansızdır.Eğitimin önemi burada ortaya çıkmaktadır.

Toprakçılık yapan bireyler en sonunda bir çıkar noktası oluşturur ve o çıkar noktasının üzerinden birbirleri ile ittifak halinde kurumda çalışmaya devam ederler.Eğer kurumda kaos hakim ise bu kaos ortamından son derece yararlanmasını da gayet iyi bilirler.Üst akıllar arada devreye girer ve kaos ortamından nasıl yararlanılabileceğini kurum çalışanlarına aktarır.

Üst akılların ise çıkarlarının farklı olması, toprakçı bireylere karşı akıllıca yaklaşıp onları kullanamayacağı anlamına gelmez.

Böylelikle çalışan kurumda aynı döngüsel olaylar yaşanmaya başlar.Yeni eleman alımından sonra yeni elemana karşı bir baskı noktası oluşturulur, gelen elemanın açığı aranır tabiri caiz ise ayağı kaydırılmaya çalışılır.Burada önemli olan diğer nokta ise bunlar yapılırken mevcut yönetici ile arayı iyi tutmak arada bir toplum tabiri ile yağdanlık görevi görmektir.Böylelikle armudun sapı üzümün çöpü denilen o kurumda toprakçılık yapan bireylerin hakimiyeti hep kalır.Gelen yeni eleman kim olursa olsun aynı döngüsel olayları yaşamak zorundadır, çünkü bir kurumda kötü niyetli toprakçılık yapılıyorsa o kurumda huzur,etik ve iş ahlakı yoktur.

Eğer yeni gelen eleman çalıştığı kurumda her şeyi çok erken bir dönemde algılar ise istisnai bir durum olabilir.Bunu aslında herhangi bir hastalığımızdaki tanı dönemine benzetebiliriz.Algıları yüksek derecede açık olan bireylerin bu tür kurumlarda çalışması onlar için de kurum için de daha iyidir aslında.Bu bireylerin bu tür kurumlara yönlendirilmesi ilerleyen zamanlarda başka kurumlarda daha iyi bir yönetici konumuna yükselmeleri demektir.Buradaki yöneticiden kasıt illa ki makam ve mevki olarak değil bir kurumu gerçekten kendi prensipleri ile yönetebilen bir bireyden bahsetmekteyim.

Örneğin bir eğitim kurumunda hiç bir şeyden haberi yokmuş gibi gözüken bir hademenin aslında herkesi yönettiği gerçeğini sadece ama sadece algısı yüksek derecede açık birey ya da bireyler tarafından fark edilir.Zaten bu bireyler daha sonrasında kendi içlerinde iletişimde bulunduklarında her şeyin farkında olduklarını birbirlerine tabiri caiz ise sinyaller.

Bugün üniversitelerimizin bize öğrettiği evrensel bilgidir.Ancak bu bilgiyi sadece ama sadece öğrenmek yetersizdir , bilgiyi kullanmak ve uygulamak önemlidir.Evrensel etiğin maalesef anlaşılamadığı güzel ülkemde iş ahlakının da buna aynı orantıda eksikliği yüzünden kurumların ve şirketlerin yönetim biçiminde farklı yöntemler uygulaması gayet normaldir.Bu farklı yöntemlerin en başında ise çalışanı birbirine düşürme gibi yöntemler gelmektedir.

Toparlamak gerekir ise eğer bireyin kurum ile ilişkisinde kurumda bulunan akrabalık derecesine bağlı kişilerin algılarının önemli olduğu gerçeği ve evrensel bilginin etik ve iş ahlakı gibi kavramları aslında nasıl beslediğini görmekteyiz.Evrensel bilgiyi yaymak ile sorumlu olan üniversitelerimize her zamanki gibi daha fazla bir sorumluluk düşmektedir.Kurumlarımızın şirketlerimizin her türlü zamana ayak uyduran çalışanlarının olması aynı derecede devletin üretim yapmasına ve topluma katkı sağlanmasına yol açmaktadır.Zincir misali birbirine bağlı olan bu düzende bireyin rolünü çok az da olsa ben de inceledim ve aktardım.Kalemimden geldiği kadar anlatmaya çalıştım bütün çabam ülkemin her kurumunda ve şirketinde çalışan ülkeme katkı sağlayan bireylerin iş ahlakı etik gibi kavramlarının da farkında olmalarıdır.

Yazımı kişiliğini, kendisini, fikri anlamda çok sevdiğim sayın rahmetli Vali Recep YAZICIOĞLU'na armağan ediyorum.Bu ülkede kurumsallaşmayı en güzel temsil eden kişi elbette ki kendisidir.Akan suya karşı insanları için dik duran bir bireydir kendisi.

Salih Yücel Gür

14 Temmuz 2017 Cuma

Rönesans Avrupası Halil İNALCIK

     O,daha sonra Selanik'te İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Merkez-i Ummumi Üyesi seçilince,kendisine '' Cemiyet-i Mukaddese''nin, yani İttihad Terakki Cemniyeti'nin ana prensiplerini açıklamak ve gençliği topluma bağlamak görevi verilir.İttihad ve Terakki,daha sonra 1906'da Mısır'da basılı Niamname-i Esasi'sinde ( Madde II,III ) sosyal politikasını şu satırlar ile özetlemekteydi: '' Her hususta sebeb-i muvaffakiyet olan ahlak-i hesene-i milliyeyi takviye,ulûm ve maârif ve terakkiyat-i medeniyye-i hazırayı adat-i kavmiyye ve ihtiyacat-i mevkiiyemize tatbikan memaliki Osmaniyye'de neşr ü tamime çalışmak... Osmanlı anasır-i muhtelifesi arasında samimi bir ittihad meydana getirerek vatanın yükselmesine çalışmak...'' İşte temel prensipler bunlardı.Gökalp kendisine verilen ödevi geniş bir açıdan bir sosyal mesele olarak ele aldı ve '' Yeni Hayat ve Yeni Kıymetler '' adlı makalesinde ( Genç Kalemler Sayı VIII ) asıl inkilabın içtimai nitelikte olması , yani topluma inmesi gerektiği fikrini savundu ve aynı yazıda bu Yeni Hayat'ı getirecek sosyal değerlerin niteliğini göstermeye çalıştı , 1911-1923 yıllarında , Balkan Savaşı faciaları , Dünya Savaşı , yabancı işgali , Sevres Antlaşması gibi imparatorluğun yıkılış buhranları içerisinde Gökalp, daima sosyal sorun üzerinde durdu; kurtuluş yolunu daima sosyolojinin klavuzluğunda aradı.Onun sosyolojisi , bu sebeple , dinamik bir sosyoloji, bir değişim sosyolojisi oldu. Milli Türk Devletinin kuruluşu döneminde Gökalp Türkçülüğün sosyal-ideolojik yorumuna yöneldi.Her Dönümde Gökalp kendisi gibi içtimai-ahlaki sorundan hareket ederek sosyal yapıyı esas alan Emile Durkheim sosyolojisini benimsedi.Toplumun nasıl ve nereye gitmekte olduğunu incelemek ve sorumlu mevkide olanlara yol göstermek , onun daima başlıca kaygısı oldu.Böylece ,Gökalp'e sosyal kültürel bunalıma bilim aydınlığında çözüm arayan hümanistler veya Fransız sosyologları yanında yer verebiliriz.

Sayfa 330 - 331 Rönasans Avrupası / Halil İNALCIK 

12 Temmuz 2017 Çarşamba

Orta doğu ve Türkiye


Orta doğu ve Türkiye


     Orta doğu bölgesinin önemini anlamak için bugün orta doğu bölgesinde kaç adet devletin faaliyet gösterdiğine bakabiliriz.Bu faaliyetin sadece görünürde olması önemli değildir,görünmeyen istihbarat elemanlarının yaptığı çalışmalar da yine mevcuttur.Bölge gerçekten çok kıymetli kaynakları barındıran bir bölge olması ve bölgesel anlamda tam anlamıyla güçlü bir devlet çıkaramaması sonucunda diğer güçlü devletlerin hedefi haline gelmiştir.

     Türkiye Cumhuriyeti tarihine bakıldığında Osmanlı İmparatorluğu dönemi hatta ve hatta Selçuklu döneminden itibaren orta doğu ile ilişkisi bulunan bir kültürün devlet yapısında temsilcisidir Türkiye Cumhuriyeti.Bu geçmiş itibari ile orta doğu ile ilgili kökleri çok sağlam olan bir devlettir Türkiye Cumhuriyeti, burada aldığı Selçuklu ve Osmanlı mirasına sahip çıkması dış politikada kendi yerini ve önemini güçlendirecektir.Geçmiş gerçekten çok önemli derslerin çıkartılacağı bir zaman dilimidir.Tarih bilimi ise bu zaman dilimini diğer bilim dallarının yardımcılığı ile inceleyen bir bilim dalıdır.Tarihimize sahip çıkalım tarzında sloganların amacı aslında yine ülkemize milletimize ve gençlerimize sahip çıkalım demektir.

     Türkiye Cumhuriyeti'nin orta doğu ile ilişkilerinin sağlam temellere bağlı olması demek bu bölgedeki her etnik köken ile bir dönem ilişkisinin olduğunun göstergesidir.Diğer yandan Türkiye Cumhuriyeti bunun avantajını kullanabilirken aynı zamanda dezavantajını da yine yüklenmektedir.Bölgede herhangi bir olumsuz durum olduğunda bundan ilk etkilenen devlet Türkiye Cumhuriyeti olacaktır ve olmuştur da. Özellikle Irak'ın işgalinin analizini iyi yapmak gereklidir.Irak işgal olduğunda Türkiye Cumhuriyeti'nin durumu ortadadır.Bunu içeriden herhangi bir partinin ülkeyi yönetememesi olarak algılamak ise bilgisizliğin göstergesidir.

     Türkiye Cumhuriyeti gerçekten bölgeyi iyi analiz eden elemanları devletin yüksek kademelerinde görevlendirdiği sürece devletin bekası için bölge bulunmaz bir nimettir aslında.Dış politikada atılan her mantıklı adımın sonucunda iç meselelerin ekonomik olarak çözümlenmesi daha da hızlanacaktır.Bu hızlanma yanında eğitimi de getirir ise toplumun ilerlemeye katkısı elbette olacaktır.

     Bölgeyi iyi analiz edemeyen bireylerin Türkiye Cumhuriyeti devletinin stratejik olarak yaptıklarının ne anlam ifade ettiğinden bir anlam çıkartamamaları gayet normaldir.Çünkü Türkiye Cumhuriyeti devleti aldığı Osmanlı ve Selçuklu mirası ile diğer hiç bir devletin geçmişine benzememektedir.Daha fazla okumak daha fazla eğitilmek ve daha aydınlık günlere koşabildiğimiz günler için çabalamaya devam.

Salih Yücel GÜR

10 Temmuz 2017 Pazartesi

Döngü


Bir bireyin kimliğinin ve kültürünün farklı olması diğer kimlikler ile başka devletlerin çıkarları için savaşmasını gerektirmez.Bunu sağlayan ise en başta akademik düzeyde bilginin kirliliğini sağlayan ve para ile kalemlerini satan bireylerdir.


Birey Ulus devlet içerisinde zaten kendi kültürünü ve kimliğini yaşatabilir, devletin sıkıntılı dönemleri elbette olmuştur. Ancak aynı birey kimliğini yine aynı coğrafyada yaşatmaktadır kültürünü de.Ancak aynı bireyin Uluslaşmasında bir ırkçılık olduğunu iddia etmesi cahilliğin daniskasıdır.


Yapısal anlamda toplumlarımızın birbirine benzediği ve dost olduğumuz bir devlet olarak Fransa buna en büyük örnektir.Ulus devlet içerisinde yaşayan halkların Ulus olma bilinci yerleşmiş ve bu çatı altında toplabilmişlerdir.Bireyin ideolojisi yine kendisini bağlamaktadır bu yapı içerisinde.

Başka ülkelerin ülkenize getirdiği demokrasi naralarına inanmayın o demokrasi naraları sizlere silah olarak ilerleyen zamanlarda geri döner....


Salih Yücel GÜR

3 Temmuz 2017 Pazartesi

Rönesans Avrupası Türkiye'nin Batı Medeniyetiyle Özdeşleşme Süreci / Halil İnalcık


  
Kitap ile ilgili olarak ilk başta şunları söylemek istiyorum kitabın dili gerçekten harika anlatım tarzı gerçekten çok güzel özellikle bu alanda çalışan ve çalışma yapmak isteyen arkadaşlar için kitabın elde edilmesi ve okunması gerçekten şart.Konuların ele alınması detaylara düzgün bir şekilde yer verilmesi kitabı yardımcı kaynak niteliğine taşıyacak seviyeye getiriyor.Zaten Halil İnalcık hocamızın kitaplarını okuyanlar ve onu tanıyanlar bunun farkındadır.Ancak bu kitabın içeriğindeki dil Devlet-i Aliyye 1.Cilt'deki dilden daha sade ve okunur olmuş bunu söylemeden geçemeyeceğim. 
Salih Yücel GÜR
Kitaptan bazı kısımlar