130 Yıllık Zorlu Yürüyüş


Osmanlı donanması Mısır’a iltica ediyor

Padişahın ölümünü bekleyenlere gün doğmuş olmalı ki Osmanlı donanması, komutanlarının emriyle Mısır’a iltica etti. Aslında padişah ölmese de aynı şey yaşanacak gibiydi. Bir ülke donanmasının komutanı, subayları, eratıyla birlikte başka bir ülkeye geçici olarak sığındığı bilinen bir şeydi, ama iltica etmesi görülmüş, duyulmuş olaylardan değildi. İltica kararının birkaç gün içinde verildiğini anlamak çok zordu. Navarin’deki yok oluşun ardından bin bir güçlükle yeniden ayağa kaldırılan donanmanın, geleceği belirsiz bir valinin emrine girmesi için çok daha büyük amaçlı oyunların oynanması gerekiyordu. Fakat Osmanlı aydınlarının bunlan düşünecek gücü kalmamıştı. Sonuç olarak Türkler, hainlerin tuzağına düşmüşlerdi, üstelik hükümdarlarını kaybettikleri günlerde...

Her zaman işin kolayına kaçarak sorumluluktan kurtulduklarını düşünenler, suçu bu kez de bir önceki sadrazam ile bir sonrakinin çekişmesinin üstüne attılar. Dedikodulara göre, II.Mahmud’a düşman olan paşalardan birinin, padişahı devirerek yerine Abdülmecid’i getirmek istediği ortaya çıktığı için emrindeki donanmayı kaçırıyor ya da II. Mahmud’u tahtında tutmak isteyen paşalardan biri, Abdülmecid yanlılarını etkisiz hale getirmeye çalışırken düşmanlıkları körüklediğinden bu tür olaylarla karşılaşılıyordu. Sebep ne olursa olsun koskoca imparatorluk donanmasının elden gitmesini, ordusunun girdiği savaşlardan mağlubiyetle çıkmasını açıklamaya yetmiyordu. Tarihçilerin suçlu olarak  II.Mahmud’un ıslahatlarını göstermesine de... Tarihçilerin bazılarına göre II.Mahmud, devletini kurtarmak isterken kapitülasyonları daha da ileri götürmüş, bunu da İngilizlere ticari ayrıcaklar tanıyarak yerine getirmişti. Oysa lonca sistemi çağdaş sanayi seviyesine  çıkartılarak Osmanlı ekonomisi pekâlâ kurtulabilirdi. Ya da devleti parçalara bölerek iyice zayıflatmak için fırsat kollayan ayanlara istedikleri verilerek Osmanlı ekonomisinin kapitalizme dönüşmesi sağlanabilirdi.

XIX. yüzyıl Türk tarihçileri elbette ki böyle düşünmüyorlardı. Çünkü onlar böylesi görüşlerden habersizdi. Üstelik o yıllarda tarih yazıcılığı, tek başına bir insanın üstesinden gelemeyeceği kadar masraflı ve meşakkatli bir uğraştı. Bunun için en başta Arapça olmak üzere birkaç dilin anadil gibi bilinmesi, ömür boyu yetecek servete sahip olunması gerekiyordu. Tarih yazıcılığı için bunlar da yetmiyordu; güçlü tarikatlardan birinin önce müridi, sonra mürşidi ya da halifelerinden olmak şarttı. Ayrıca saraydan bililerinin koruması altına da girilmeliydi. Bunlara gücü yetmeyenler saraya yakın, şansı yaver giderse saraya damat olmuş paşalardan birinin himayesine girmeyi denemeliydiler. Yazılanların yanya yalanı padişahın, haminin ve tarikat şeyhinin methiyesine ayrılmalıydı. Bir önceki padişahı kötüleyip şimdikini övmek özgürlük sayıldığından kitabın sayfalan, eski padişah için yapılan dedikodularla doldurulmalıydı. Ancak ondan sonra, üstelik yazılanlar beğenilmişse çoğaltılmasına izin verilirdi. Osmanlı ekonomisine ilişkin görüşler ileri sürmek ise akıldan bile geçmezdi. OsmanlI ekonomisine ait lonca sisteminin çağdaş sanayi seviyesine çıkartılması ve âyanlann güçlendirilmesiyle ilgili görüşler, yüzyıl öncesinin koşullarım, kendi döneminin koşullarına bakarak değerlendiren günümüzün yazarlarına aitti. II. Mahmud ve danışmanları belli ki, yüzyıl sonra kendilerini yanlış yapmakla suçlayanlardan daha bilgili ve daha gerçekçiydiler. Dünyaya bakarken, yüzlerce yıllık geçmişlerinin kendilerine yüklediği devlet olma ve devletlerini devam ettirme sorumluluğunu akıllarından çıkarmıyorlardı. Osmanlı devleti çağa ayak uyduramıyordu evet, fakat çağa ayak uydurmanın yollarım arayıp bulmaya çalıştığı da inkâr edilemezdi. Çeşitli halklardan ve dinlerden oluşan koskoca bir toplumun değişmesinin kolay olmadığının farkındaydılar. Cezayir, Yunanistan, Tiına Nehri’nin kuzey yakası, Karadeniz kıyılan, Kafkasya’nın büyük bir kısmı kesin olarak elden gitmiş; Sırbistan ve Eflak-Boğdan ile bağlar zayıflamış; Mısır, başına buynık hale gelmişti. Son olarak imparatorluğun donanması düşmana karşı koymak için değil, düşmaıüa birlik olmak için Çanakkale Boğazı’ndan çıkıp uzaklaşıyordu.


...



Bir başka olumsuz gelişme , dış borçlanmada ortaya çıkmıştı.O güne dek dışarıya borçlanmayan Osmanlı İmparatorluğu , Kırım Harbinde Fransa'dan borç almaya başladı.Her başı sıkıştığında dışarıdan para almaya devam eden Osmanlı devletinin borç taksitleri , Türkiye Cumhuriyetinin otuzuncu yıllarında bitirilecekti '' 

130 Yıllık Zorlu Yürüyüş...

...


Abdülaziz Devrinin Yenilikleri 

Islahat fermanı ile Paris antlaşmasına dayanarak Rumeli'nin uluslararası bir komisyon tarafından denetlenmesini dayatan Avrupa , cevabı Vilayetler Nizamnamesi ile aldı.

Osmanlı devleti eyalet sistemini kaldırdığını , yerine Vilayet Nizamnamesini getirdiğini duyurdu.İlk uygulama yeri olarak Tuna Vilayetini seçmiştir.