28 Şubat 2017 Salı

Doğu Batı Divanı / Senail ÖZKAN

Annesinden ve büyükannesinden dinlediği Binbir Gece Masalları ile büyüyen küçük deha daha yaşı 12 olmasına İngilizce,Fransızca ve İtalyanca öğrenmesine rağmen ayrıca kendi çabası ile İbranice öğrenmeye çalışacaktır...

27 Şubat 2017 Pazartesi

İslam Sanatında Hilye / M. Uğur Derman

M. Uğur Derman
1986 - Kasim, Sayı: 009, Sayfa: 040

İSLAM anlayışı, putlaştırılabilecek kimselerin tasvirlerinden şiddetle kaçınmıştır. Onun için -birkaç asılsız minyatür dışında- Hz. Muhammed (s.a.v.)in resmini çizmeye hiçkimse lüzum ve cesaret duymamıştır. Şimdi pek moda olduğu gibi hayalî resim çizmektense, sahih tariflerden hareketle O'nu anlatmak; her inananın, gönlünde tecelli eden şekliyle Peygamber'ini tasavvur edip, bağlanmasına imkan vermektedir. Bu ise, putları yıkan bir îman anlayışına elbette daha uygun gelecektir.

Hz. Muhammed (s.a.v.)in zamanında yetişen inanılır kimselerin ifadeleri, muteber kaynak eserlerde yer almaktadır. Mesela İmam-ı Tirmizî (vefatı 892 M.)'nin "Eş-şemailü'n - Nebeviyye ve'l - Mustafeviyye" ve Kaadı Ebü'l - İyaz (vefatı 1149 M.)'ın "Kitabü'ş-şifa fî ta'rifî huküki'l-Mustafa" isimli eserleri, bunlardan en mühim ikisi olarak sayılabilir.

İşte, Osmanlı îman ve zevki, bu gibi sağlam rivayetlerden bazılarını latîf bir biçimde ve o erişilmez hattı ile yazıp, Hz. Peygamber'e yaraşır tarzda tezyin ederek, gören gözlere sunmasını bilmiştir.

"Süs" manasına gelen "Hilye" kelimesi, "Hilye-i Saadet" veya "Hilye-i Nebevî" terkipleriyle daha tamamlayıcı bir mahiyet kazanmaktadır. Eskiden beri, göğüs cebinde bir saygı nişanesi olarak taşınmak için. Nesih hattı ile küçük çapta yazılan bu metin, hat san'atındaki deha-larımızdan Hafız Osman Efendi eliyle -bugünkü grafik tatbikatçılarını bile hayrân eden- cazip bir tarzda sunulmuştur. İlk numuneleri 1090 H. (1679-1680)'lardan itibaren görülmeye başlayan Hilye-i Nebevî'lerde, en fazla Hz. Ali'nin rivayeti olan metin yazılagelmiştir.

BESMELE'Sİ Muhakkak, "Biz seni ancak alemlere rahmet olsun diye gönderdik" (Kur'an-ı Kerîm, 21/107) ayeti Sülüs, bunun dışındaki metin Nesih hattıyla Hasan Rıza Efendi (1849-1920) tarafından yazılan bu Hilye levhası 1366 H. (1947) 'de merhum müzehhib M. Muhsin Demironat tarafından tezhib olunmuştur. Aslı Türkpetrol Vakfı Kütüphanesi'ndedir ve aynı eb'adda basılmıştır. Hilye metninin tercümesi diğer sayfadadır.


Şimdi bir Hilye levhasının şekline göz atalım:

1) Baş makam: Buraya mutlaka Besmele yazılır.

2) Göbek: Hilye metninin büyük bir bölümü buraya sığdırılır. Dairevî olduğu gibi, beyzî (oval), hatta murabba' (dörtgen) şeklinde de tertip edilebilir.

3) Hilâl: Sıvama altın veya altın üstüne tezyînî motifler ile kaplanan bu kısmın her Hilye'ye mutlaka yapılması şart değildir, sadece göbek olarak da bırakılabilir. Hz. Peygamber, dünyayı nuruyla aydınlattığı için, güneş ve ay'a benzetilmiş, dolayısıyla Hilye'nin göbek kısmında güneş, bunu çepeçevre saran bölümde de hilal teşekkül ettirilmiştir. Hilye'de tezyinat bakımından en zengin yer, hilal'in dışında kalan ve murabba'a tamamlanan sahadır. Bu saha yasırasıyla ilk dört halîfenin, yani;

4) Hz. Ebubekir,

5) Hz. Ömer,

6) Hz. Osman,

7) Hz. Ali,

İsimleri sırasıyla yerleştirilir. Buradaki dört halîfe makamlarına bazan Hz. Muhammed'in taşıdığı diğer dört isim de (Ahmed, Mahmud, Hamid, Hamîd) yazılabilir. Dört halîfe'den başka, Cennet'le müjdelenmiş on sahabe'nin yani "aşere-i mübeşşere"nin isimlerine yer verilen Hilye'ler de mevcuttur.

8) Ayet: Buraya, Peygamberimiz ile alakalı bir ayet konulur. En çok rastlanan, "Biz seni alemlere ancak rahmet olsun diye gönderdik" (Enbiya, ayet 107) mealinde olanıdır. "Hiç şüphesiz, sen büyük bir ahlak üzerindesin" (Kalem, ayet 4) ve "Muhammed'in Allah Resûlü olduğuna Allah'ın şehadeti yeter" (Fetih, 28-29) ayetlerinden biri de, ilk yazdığımız ayetin yerine bu kısma konulmaktadır.

9) Etek: Hilye metninin devamı ve dua kısmına denir. En sona Hilye'yi yazan hattat da imzasını ve yazdığı tarihi ilave eder. Etek kısmının iki tarafında kalan boşluklara (10,11) "koltuk" denilir ve buralarda tezyînî motifler ver alır.

VERDİĞİMİZ bu malumatı umumîdir, değişik tarzda Hilye'lere nadir de olsa rastlanabilir. En ziyade Sülüs -Nesih, Muhakkak-Sülüs - Nesih, Ta'lıyk hatlarıyla örneklerini gördüğümüz Hilye'lerin, bilhassa geçen asırda geniş duvarlara asılabilen büyük boylarının (220 cm'ye kadar rastladık) yazıldığı vakîdir. Bu takdirde, kullanılan hat çeşitleri de Celî'leşir, yani irileşir.

Yukarıda adı geçen kaynaklardan alınan Arapça metinlere göre birkaç çeşit Hilye yazılmıştır. Bazan bu metnin sonuna veya arasına Türkçe yahut Farsça bir kıt'a -bazan da bir beyit- eklendiği görülür.

YAZMA eserleri ezilmiş varak altın ve değişik renklerle bezeyen "müzehhib"lerde, en değişik tezhib örneklerini Hilye'lerde göstermeye gayret etmişlerdir. Kendilerinden bahsedilen Ulu Peygamber'in şanına layık bir tarzda, bol sarı ve yeşil altın kullanılarak yapılan -hatta yazıları da altın ile (zer-endûd usûlü) hazırlanan- Hilye'lerin, Mekke ve Medine minyatürlü numünelerine de tesadüf olunur.

Hilye'nin bulunduğu yere huzur, bereket, saadet getireceğine, orayı afetlerden ve yangından koruyacağına iman edilmiştir. Bu bir teslimiyet yoludur; inanılırsa, öyle tecelli edeceğinden şüphe duyulmamalıdır.

"RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA"

"BİZ SENİ ANCAK ALEMLERE RAHMET OLSUN DİYE GÖNDERDİK"

İki omuzu arasında "Nübüvvet mührü" vardı. Bu. O'nun sonuncu peygamber oluşunun nişanesi idi. O, insanların en cömert gönüllüsü, en doğru sözlüsü, en yumuşak huylusu ve en arkadaş canlısı idi. Kendilerini ansızın görenler O'nun heybeti karşısında sarsıntı geçirirler, fakat üstün vasıflarını bilerek sohbetinde bulunurlar ise, O'nu herşeyden çok severlerdi. O'nun üstünlüklerini ve güzelliklerini tanıtmaya çalışan kimse "Ben, gerek O'ndan önce ve gerekse O'ndan sonra Resûlullah gibi birisini görmedim, demek suretiyle. O'nu tanıtmak hususundaki aczini ve yetersizliğini itiraf ederdi. Allah'ın salat ve selâmı Onun üzerine olsun.

26 Şubat 2017 Pazar

Atatürk'ün Soy Kütüğü ile ilgili çalışmalar...

     Atatürk ile ilgili yapılan çalışmalar hala kısıtlı kalmaktadır.Ne yazık ki diğer konularda da yine kısıtla kalan çalışmaların üzerine yoğunlaşan bireylerin olmaması bizi toplum olarak bilgiden mahrum bırakmaktadır.Çalışmaların çoğalması demek bilgiye ulaşmanın hızlanması ve ilerlemenin sağlanması demektir.Konu ile ilgili çalışmaların artması dileğiyle bir kaç çalışma örneğini bu gönderide belirtmek istiyorum.


Mehmet Ali Öz “Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Soy Kütüğü







Albay Ali Güler “Benim Ailem”













Bir Evin Hikayesi: Selânik'teki Mustafa Kemal Atatürk'ün Evi ve Ailesi Hakkında Türkçe ve Yunanca Belgeler


Vasilis DİMİTRİADİS





Diğer yandan konu ile ilgili Murat BARDAKÇI'nın yazısı ve Erhan AFYONCU'nun yazısı konunun önemini belirtir niteliktedir.

21 Şubat 2017 Salı

Early Greek Ships


Yedek link 

https://yadi.sk/i/pdSzwcNz3EMfeh

20 Şubat 2017 Pazartesi

Şu anda Türk / Türkiyeli sosyalistler


Kaynak 

Doğunun Büyük Devrimcileri / Hakan REYHAN

12 Şubat 2017 Pazar

Sapiens / Harari 2

Arkeologlar 1955'te Rusya'daki Sungir'de bir mamut avcısı kültürüne ait 33 bin yıllık bir gömü alanı keşfettiler. Mezarlardan birinde, etrafında yaklaşık üç bin mamut dişinden yapılmış taşla çevrili ve boncuklarla kaplı elli yıllık bir adam iskeleti buldular. Adamın kafasında tilki dişleriyle süslenmiş bir şapka ve bileklerinde yirmi beş fildişi bilezik vardı. Oysa aynı alandaki diğer mezarlarda çok daha az eşya bulunuyordu. Buradan yola çıkan araştırmacılar, Sungir mamut avcılarının hiyerarşik bir toplumda yaşadığını ve ölü adamın belki de grubun veya pek çok gruptan oluşan bir kabilenin lideri olduğu sonucuna vardılar, çünkü birkaç düzine grup üyesinin bu kadar çok eşyayı üretmiş olması olağandışıdır.

Arkeologlar bundan daha ilginç bir mezar da keşfettiler. Mezarın içinde kafa kafaya gömülmüş iki iskelet vardı. Biri 12-13 yaşlarında bir erkek çocuğuna, diğeriyse 9-10 yaşlarında bir kız çocuğuna aitti. Erkek çocuk beş bin fildişi boncukla kaplıydı. Tilki dişinden bir şapka ve 250 tilki dişinden bir kemeri vardı (bu miktarı elde edebilmek için en az 60 tilkinin dişlerinin çekilmiş olması gerekiyordu). Kız çocuğu 5.250 fildişi boncukla kaplıydı. İki çocuk da küçük heykelciklerle ve pek çok fildişi nesneyle çevriliydi. Yetenekli bir oymacı tek bir fildişi boncuk için aşağı yukarı 45 dakikaya ihtiyaç duyuyordu. Diğer bir deyişle, iki çocuğu kaplayan 10 bin boncuk yapmak için, diğer eşyaları saymazsak bile, deneyimli bir zanaatkarın 7.500 saat, yani üç yıldan fazla çalışması lazımdı.

Sungir çocuklarının bu kadar genç yaşta kendilerini lider veya mamut avcısı olarak kanıtlamış olmaları çok düşük bir ihtimaldir. Sadece kültürel inançlar, onların neden bu kadar gösterişli bir şekilde gömüldüğünü açıklayabilir. Teorilerden biri, konumlarını ailelerinden aldığını ileri sürer. Belki de bu çocuklar liderin çocuklarıydı ve kültürleri aile karizmasına veya katı halef olma kurallarına dayanıyordu. İkinci bir teoriye göre, çocuklar daha doğumlarında uzun süre önce ölmüş bazı ruhların dirilişi olarak görüldüler. Üçüncü bir teori de çocukların gömülüşünün hayattaki statülerinden ziyade, onların nasıl öldüğünü yansıttığını ileri sürer. Bu teoriye göre bu iki ocuk törenle kurban edilmiş (belki de liderin gömülme törenlerinin parçası olarak) ve şatafatlı bir törenle gömülmüşlerdir.

Doğru cevap ne olursa olsun, Sungir çocukları 30 bin yıl önce yaşayan Sapienslerin, DNA'mızın gerektirdiğinin ve diğer insan ve hayvan türlerinin davranış örüntülerinin çok ötesinde sosyopolitik kodlar icat edebildiğini kanıtlamaktadır.

Diğer bir önemli alıntı 


Daha önceki hiçbir insan türü kuzey Sibirya gibi bölgelere girmeyi başaramamıştı. Soğuğa uyumlu Neandertaller bile yerleşimlerini güneydeki daha ılımlı bölgelerle sınırlandırmışlardı. Ama vücudu kar ve buz yörelerinden ziyade Afrika savanlarında yaşamaya uyumlu olan Homo sapiens dâhiyane çözümler üretti. Gezen Sapiens avcı toplayıcıları soğuk iklimlere doğru göç ettiğinde, iğneler kullanarak deri ve kürkten kar ayakkabıları ve termal giyecekler yapmayı öğrendiler. Kuzeyin mamutlarını ve diğer büyük hayvanlarını avlayabilmek için yeni silahlar geliştirdiler ve avlanma tekniklerini ilerlettiler. Termal kıyafetleri ve avlanma teknikleri geliştikçe Sapiens donmuş topraklarda daha da ilerilere gitmeye cesaret etti. Kuzeye doğru gittikçe de kıyafetleri, av teknikleri ve diğer hayatta kalma yöntemleri gelişmeye devam etti.

Yine de, neden buralarla uğraştılar? İnsan kendi isteğiyle neden Sibirya'ya gider ki? Belki de bazı gruplar savaşlar, nüfus baskısı veya doğal felaketler sebebiyle kuzeye doğru itilmişti. Diğerleri de belki daha olumlu sebeplerle, örneğin hayvanlardaki protein kaynağı sebebiyle kuzeye yönelmişlerdi. Arktik topraklar ren geyiği ve mamut gibi büyük ve besili hayvanlarla doluydu. Her mamut ciddi miktarda et (soğuk havalar düşünüldüğünde, dondurulup daha sonra kullanmak üzere de saklanabiliyordu), lezzetli yağ, sıcak tutan kürk ve çok değerli fildişi barındırıyordu. Sungir bulgularının gösterdiği gibi mamut avcıları sadece hayatta kalmamış, zenginleşerek iyi bir yaşam sürmüşlerdi. Zaman geçtikçe gruplar mamutları, mastodonları, gergedanları ve ren geyiklerini kovalayarak daha ilerilere doğru yayıldılar. 14 bin yıl önce bu av kovalamacası bazı insanları kuzeydoğu Sibirya'dan Alaska'ya doğru sürükledi. Elbette yeni bir dünya keşfettiklerini bilmiyorlardı. Hem mamutlar hem de insanlar için Alaska sadece Sibirya'nın basit bir uzantısıydı.

Sapiens / Yuval Noah Harari

Örneğin, neden insanlar kendilerine pek az fayda sağlayan yüksek kalorili yiyeceklere saldırırlar? Günümüzün müreffeh toplumları, gelişmekte olan ülkelere de hızla yayılan obezite salgınından muzdariptir. Avcı toplayıcı atalarımızın yeme alışkanlıklarını analiz etmedikçe bizim neden en tatlı ve yağlı yiyeceklere yöneldiğimiz bir bilmece olarak kalacaktır. Atalarımızın yaşadığı savanlarda ve ormanlarda yüksek kalorili tatlılar nadiren bulunurdu ve gıda da çok bol sayılmazdı. 30 bin yıl önce yaşayan sıradan bir avcı toplayıcının tek bir tatlı yiyeceğe erişimi vardı: Olgunlaşmış meyve. Bir Taş Devri kadınının incirlerle dolu bir ağaç gördüğünde yapacağı en akıllıca şey, bunlardan olabildiğince fazla yemekti, ta ki o yöredeki bir babun grubu ağacı ele geçirene kadar. Yüksek kalorili yiyeceklerle tıkınmak bu yüzden genlerimize kazınmıştır. Bugün çok katlı apartmanlarda ağzına kadar dolu buzdolaplarıyla yaşıyor olabiliriz, ama DNA'mız hâlâ savanda yaşadığımızı zannediyor. İşte bugün bizim koca bir kap dondurmayı kaşıklamamızı ve bunun yanında da jumbo boy kolayı hüpletmemizi sağlayan şey budur.

Kaynak
Sapiens - Harari

8 Şubat 2017 Çarşamba

Döndüğümde kelimelere

Döndüğümde kelimelere 
Düştüm kendi derdime 
Sessiz kalan gökler misali 
Yırtarak toprağı,kendim doğdum
Belki doğuydum belki batı
Kimsenin umrunda değildim 
Yüreğime bir tohum ekili ismi 
Anadolu...

salihyücelgür