Sykes-Picot Antlaşması


Sykes- Picot Antlaşması

Skyes =  Mark Sykes
Picot =  Francois Georges-Picot


9 Mayıs 1916 tarihinde (I. Dünya Savaşı sırasında), İngiltere ve Fransa arasında yapılan ve Osmanlı Devleti’nin paylaşılmasını öngören bir gizli antlaşma.1915′te Arabistan Yarımadası’nı ele geçiren İngiltere, Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanan Mekke Şerifi Hüseyin’i destekleyerek Irak ve Filistin toprakları üzerinde kendisine bağımlı bir Arap devleti kuracaktı. Fransa böyle bir plana karşı çıkıp İngiltere’ye baskı yaparak yeni bir antlaşma yapılmasını istedi. 


Rusya’nın onayı ile imzalanan bu antlaşmaya göre;


1. Rusya’ya, Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis ile Güneydoğu Anadolu’nun bir kısmı,

2. Fransa’ya, Doğu Akdeniz bölgesi, Adana, Antep, Urfa, Diyarbakır, Musul ile Suriye kıyıları,

3. İngiltere’ye Hayfa ve Akka limanları, Bağdat ile Güney Mezopotamya verilecektir.

4. Fransa ile İngiltere’nin elde ettiği topraklarda Arap devletleri konfederasyonu veya Fransız ve İngiliz denetiminde tek bir Arap devleti kurulacak,

5. İskenderun serbest liman olacak,

6. Filistin’de, kutsal yerleşim yeri olması nedeniyle bir uluslararası yönetim kurulacaktır.


1917 devriminden sonra Rusya antlaşmadan vazgeçmiş, Lenin gizli olan bu anlaşmayı kamuya açıklamıştır.


OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN PAYLAŞILMASI (GİZLİ ANTLAŞMALAR)



İtilaf Devletleri Osmanlı İmparatorluğu’nu iki ana bölüme ayırarak kendi aralarında paylaşmayı düşünüyorlardı. Birinci kısım İmparatorluktan ayrılan Arap toprakları, ikinci kısım da Anadolu toprakları idi. 



Birinci Dünya Savaşı’nın sorumlusu hiç kuskusuz yalnızca Almanya ve Avusturya değildi. İngiltere, Fransa ve Rusya’da aynı oranda, suçluydular. İngiltere ve Fransa savaş boyunca dünyanın her yerinde “Hak, adalet, küçük Ulusların hakları” gibi kavramlar uğruna savaştıklarının propagandasını yaptılar. O kadar ki buna A.B.D. halkını bile inandırdılar. Buna rağmen savaş içinde yaptıkları “Gizli Antlaşmalar” ile kendi prensiplerini çiğnediler. İngiltere, daha 9 Kasım 1914′de Boğazları Rusya’ya vaat ederek bu yola baş vurmuştu.



Bunun sonunda Mart ve Nisan 1915′de İngiltere ve Fransa Boğazlar ve İstanbul’u Rusya’ya bırakmışlar, İtalya’yı savaşa sokabilmek için de 26 Nisan 1915′de İtilaf Devletleri Antalya yöresini İtalya’ya vaat etmişlerdi. Bu iki anlaşma da Türkiye üzerindeki Pazarlıklarla ilgiliydi. Tüm Orta Doğunun paylaşılması için Fransız temsilcisi General Jorj Picot ile İngiliz temsilcisi Mark Sykes arasinda uzun görüşmelerden sonra 3 Ocak 1916′da anlaşmaya varildi. “Sykes-Picot Anlaşması” denilen bu anlaşmaya göre, Suriye ve Irak’ın tümü ve Türkiye’nin güney kısmı İngiliz ve Fransız bölgesi olarak ayrılmıştı. Filistin’de ise uluslararası bir yönetim kurulacaktı. Sykes-Picot Anlaşması’ndan sonra İngiltere ve Fransa,Rusya ile görüşmeye başladılar. Bu görüşmelerden sonra 26 Nisan 1916′da üç devlet arasında anlaşmaya varildi.



Sykes-Picot Anlaşmasıyla Orta Doğuda saptanan İngiliz-Fransız üstünlüğünü Rusya kabul ediyor, fakat buna karşılık Trabzon’un batısından geçen bir hattın doğusunda kalan Van, Bitlis, Muş, Siirt yöreleri Rusya’ya kalıyordu.Fakat bu anlaşmadan İtalya’ya haber verilmemişti. Durumdan kuşkulanan İtalya’nın müttefiklerinden açıklama istemesi üzerine kesin bir anlaşma bulunmadığı Osmanlı İmparatorluğunun paylaşılması için görüşmelerde bulunulduğu yanıtı verildi. Bir yandan Avusturya’nın İtilaf Devletleri ile ayrı barış istemesi, diğer yandan Rusya’da Şubat 1917 ihtilâlinin çıkması İtalya’yı endişelendirdi. Kesin bir anlaşma yapmak için İngiltere ve Fransa’ya baskı yapmaya başladı. 19-21 Nisan 1917′de St. Jean de Maurienne’de yapılan görüşmeler sonunda Mersin dışında, Antalya, Konya, Aydın ve İzmir İtalya’ya veriliyordu. Buna karşılık İtalya, 1916 yılında İngiltere, Fransa ve Rusya arasındaki anlaşmaları kabul ediyordu.



Taraflar birbirlerine ait olan Türk limanlarından serbestçe yararlanabileceklerdi. Ancak bu anlaşmaların yürürlüğe girmesi için Rusya’nın onayı gerekiyordu. İtalya, İngiliz-Fransız oyununa geldiğini Paris Barış Konferansı’nda anlayacaktı. Böylece; hak ve adalet öncülüğünü ileri süren İtilaf Devletleri savaş içi gizli anlaşmalarıyla tüm Orta Doğuyu yağmalıyorlardı.



Not1: Bayraklardaki siyah bant Osmanli dönemini temsil eder. Araplar, Türk yönetimi altinda gecen süreden karanlik dönem olarak bahsederler. Halbuki tarihleri boyunca en rahat dönemlerini gecirmislerdir. Simdiki rezilliklerini hergün basindan izliyoruz.


Not2: Bati dünyasi o günden bu yana bu projeyi tamamiyle hayata gecirebilmek icin ugrasmaktadir. Yakinda bizden Bogazlari isterlerse sasirmayin.



İhanetleri Unutma,unutturma!...Şuan en çok tutulan modeller Türkiye'de bunlar...


Sykes-Picot, Orta Doğu'ya nasıl bir miras bıraktı?

Kaynak:
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/07/140630_sykes_picot_mirasi.shtml

20'inci yüzyılda yağlı kalemle çizilen harita, İngiliz ve Fransızların, günümüzün Orta Doğu'sunun yaratılmasına yardımcı olma amacı güden 100 yıllık planlarına dair hırslarını ve çılgınlıklarını gösteriyor.

Düz çizgiler, tamamlanmamış sınırları gösteriyor. İngiltere hükümetini temsil eden Mark Sykes ve Fransa hükümetini temsil eden Francois Georges-Picot'un 1916 yılında uzlaşıya vardığı çizgilerinin çoğunun düz olması da büyük olasılıkla bu sebepten kaynaklanıyor.

Sykes ve Picot, "imparatorluğu içselleştirmiş kişiler." Her ikisi de sömürge yönetiminde yetişmiş, bölge halkının Avrupa imparatorluğu altında daha iyi koşullarda olabileceğine inanan aristokratlar.
Her ikisi de Orta Doğu'ya dair derin bilgilere sahip.
Birinci Dünya Savaşı'nın yarattığı karmaşanın ortasında alelacele yürüttükleri müzakerelerde varılan anlaşmanın prensipleri bugün de Orta Doğu'yu etkilemeye devam ediyor.
Sykes-Picot'un düz çizgileri, 20. yüzyılın ilk yarısında İngiltere ve Fransa'ya önemli ölçüde yardımcı olsa da, bu çizgilerin bölge halkına etkisi çok daha farklı oldu.

Gizli anlaşma

İki kişinin çizdiği bu harita, 16'ıncı yüzyılın başından beri Osmanlı idaresinde olan toprakları parçalayıp yeni ülkelere böldü ve siyasi oluşumları iki etki alanına dâhil etti:

1-) Irak, günümüzde Ürdün'ün bulunduğu topraklar ve Filistin, İngiltere etkisine

2-) Suriye ve Lübnan da Fransız etkisine girdi

Sykes ve Picot'a, Kuzey Afrika'daki Arap ülkelerinin de sınırlarını yeniden çizmeleri için yetki verilmedi. Ama bölünen etki alanları orada da varlığını gösterdi. Mısır İngiltere yönetimine girdi, Fransa Mağrip'i kontrolü altına aldı.


Sykes-Picot Antlaşması'yla oluşan yeni jeopolitik düzende üç farklı sorun ortaya çıktı.


İlk olarak, Arapların bilgisi dışında gizlice varılan bir antlaşmaydı. Ve, İngiltere'nin 1910'lu yıllarda Araplara, Osmanlılara karşı ayaklanırlarsa ve Osmanlı İmparatorluğu çökerse, bağımsızlıklarına kavuşacakları yönünde verdikleri sözü de boşa çıkarmış oldu.


Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra bu bağımsızlık gerçekleşmedi. Bu sömürgeci güçler 1920'li, 30'lu ve 40'lı yıllarda Arap dünyasındaki nüfuzlarını kullanmaya devam edince, Kuzey Afrika ve Akdeniz'in doğusundaki Arap siyaseti yönünü, (Mısır, Suriye ve Irak'ın 20'inci yüzyılın son 10 yılında tanık olduğu gibi) liberal anayasal yönetim inşasından, asıl amacı sömürgecilerden ve sömürgeci sistemden kurtulmaya çalışan milliyetçiliğe çevirdi.


Birçok Arap ülkesinde 1950'lerden 2011'deki Arap isyanlarına kadar olan süreçte askeri rejimlerin yükselmesindeki kilit faktör de buydu.

Mezhepsel hatlar


İkinci sorun da, haritada düz çizgi çizme eğiliminde yatıyor.


Sykes-Picot, Levant'ı mezhepler temelinde bölme eğilimindeydi:


1-)Lübnan, başta Maruniler olmak üzere, Hristiyanlar ve Dürziler için sığınacak bir liman olarak öngörülmüştü


2-)Filistin'de büyük oranda Yahudiler de yaşıyordu


3-)Her iki ülkenin sınır bölgesindeki Beka Vadisi Şii Müslümanlara bırakılmıştı


4-)Bölgede en büyük mezhepsel demografiye sahip Suriye'de de Sünni Müslümanlar vardı

Coğrafya da bu mezhep temelindeki ayrışmaya yardımcı oldu.


Haçlı seferlerinin sonundan, 19'uncu yüzyılda Avrupalı güçlerin bölgeye gelişine kadar olan süreçte, bölgenin canlı ticaret kültürüne rağmen, farklı mezhepler birbirlerinden ayrı yaşadı.


Fakat Sykes-Picot'un ardındaki düşünceler uygulamaya dönüşmedi. Yani yeni yaratılan sınırlar, sahadaki mevcut mezhepsel, aşiretsel veya etnik ayrımlarda karşılığını bulmadı.


Bu farkların üzeri, ilk olarak Arapların Avrupalı güçleri bölgeden çıkarma mücadelelerinde, daha sonra da Arap milliyetçiliği dalgasını bölgeden süpürürken örtüldü.


1950'lerin sonundan, 1970'lerin sonuna doğru, özellikle Mısır'da Cemal Abdül Nasır'ın en parlak döneminde (1956'daki Süveyş Krizinden 1960'ların sonuna kadar) Arap milliyetçiliği, birleşik bir Arap dünyasının, halklar arasındaki sosyo-demografik farklılıkları hafifleteceği fikrine çok büyük bir ivme kazandırdı.


Arap dünyasının güçlü liderleri, Levant'ta Hafız Esad ve Saddam Hüseyin, Kuzey Afrika'da da Albay Muammer Kaddafi gibi, 1980'li ve 1990'lı yıllarda farklılıkları, sıklıkla gaddarlık ve zulümle bastırdı.


Fakat bu farklılıkların tırmandırdığı gerilimler ve hırslar ne kayboldu, ne de hafifledi.


Bu ülkelerde, ilk başta güçlü liderlerin yok olması, daha sonra da bazı Arap cumhuriyetlerinin, küçük grupların ekonomik çıkarları tarafından kontrol edilen kalıtımsal derebeyliklerine dönüşmesi ve son olarak da 2011'deki isyanlarla eski ihtilaflar, hayal kırıklıkları ve yıllar boyunca gizlenen umutlar tekrar gün yüzüne çıktı.


Kimlik Sorunu


Son kırk yılda Arap dünyası, toplumsal dokusundaki zıtlıklarla mücadelede ulusal bir proje sunamadı veya ciddi bir girişimde bulunamadı.


Devlet yapısı patlamaya hazır haldeydi ve tetiği çeken de demografik yapının değişmesi oldu.


Son kırk yılda, Arap dünyasının nüfusu ikiye katlandı ve 330 milyonu aştı. Nüfusun üçte ikisi de 35 yaşın altında.


Bu kuşak, hiçbir katkıları olmamasına rağmen keskin sosyo-ekonomik ve siyasi sorunların miras bırakıldığı bir kuşak. Eğitim kalitesinden, istihdama, ekonomik beklentilerden geleceğe yönelik algıya kadar, tüm bu sorunların doğurduğu sonuçları da yaşayan bir kuşak.


2011'de başlayan Arap isyanları da, bu kuşağın, Birinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan devlet düzeninin sonuçlarını değiştirme teşebbüsüydü.


Orta Doğu'nun yaşadığı bu mevcut değişim, daha iyi bir gelecek arayan yeni bir kuşağa ve bölgeyi seneler boyu büyük bir kaosun içine sürükleyebilecek bir tehlikeye de işaret ediyor.


Mısırlı yazar Tarık Osman'ın bu yazısı, 14 Aralık 2013'te BBC Radio 4 için hazırladığı 'Modern Arap Dünyası'nın oluşumu' adlı belgeselden derlenmiştir.

....