25 Şubat 2016 Perşembe

İBN HALDUN’UN EĞİTİM FELSEFESİ - BİRİNCİ BÖLÜM

İBN HALDUN’UN EĞİTİM FELSEFESİ

Arife SÜNGÜ



Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Felsefe ve Din 
Bilimleri Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 105 Sayfa, Ağustos 2009.

Danışman: Prof. Dr. Kemal SÖZEN

     XIV. yüzyılda yaşamış önemli bir İslâm filozofu olan İbn Haldûn, (1332-1406) tarih felsefesinin kurucusu ve sosyolojinin de öncüsü olarak kabul edilir. Çok yönlü bir filozof olarak birçok ilimde farklı görüşler öne sürmüş ve nispeten yaşadığı asrın geleneksel kalıplarının dışına çıkmayı başarabilmiş olan İbn Haldûn’un eğitim alanında da günümüzde de halen güncelliğini koruyan önemli ve ilginç görüşleri vardır. Bizim bu çalışmadaki amacımız, İbn Haldûn’un eğitim görüşlerinde İslâm filozoflarından ne derece etkilendiğini ortaya koymak ve bu görüşleri günümüz eğitim akımlarıyla mukayese ederek bu bilgiler ışığında onun eğitim felsefesinin bir değerlendirmesini yapmaktır.

     Çalışmada ilk önce, İbn Haldûn’un Mukaddime adlı eserinde geçen eğitime dair görüşleri esas alınarak onun toplum, ekonomi, toplumsal değişme konusundaki görüşlerine değinilmiş, daha sonra eğitim ilke ve metotlarıyla ilgili görüş ve önerileri analiz edilmiştir. Bunu yaparken günümüz eğitimcilerinin görüşlerine de yer verilmiş, bu incelemelerden hareketle eğitime katkıda bulunacak yorum ve değerlendirmeler yapılmıştır.

     İbn Haldûn, medeniyet’in gelişmesini ekonomik alandaki gelişmelere bağlamış, bu gelişmenin eğitim, sanat ve toplumsal hayata da etki ederek onları geliştirdiğini düşünmüştür. Onun eğitimde baskıcı ve sert davranışlar yerine ılımlı bir yaklaşımı tercih etmesi de günümüz eğitim anlayışını yansıtan görüşleri arasındadır.

     ÖNSÖZ

     İslâm felsefe tarihinde önemli bir konuma sahip olan İbn Haldûn (1332- 1406), İslâm bilimlerinin bütün dallarından, tabiî ve sosyal bilimlere kadar kendi dönemindeki hemen her konuda önemli incelemeler yapmış ve özellikle tarih, ekonomi ve sosyoloji alanında kendine özgü düşünceleriyle gelecek nesiller üzerinde büyük bir etki bırakmıştır. Birçok tarihî araştırmalar yaparak toplumların yaşayışını incelemiş olan İbn Haldûn, tarih ilmini empirik temeller üzerine kurmayı başarmış bir filozoftur. İlim ve öğrenimi, tarihi ve toplumsal varlık alanının bir parçası ve toplumun doğal bir olayı olarak gören İbn Haldûn’un eğitim felsefesi tarih ve toplum görüşleriyle yakından ilişkili olmuştur.

     Biz İbn Haldûn’un özellikle Mukaddime’nin altıncı bölümünde ele aldığı eğitim konusundaki görüşlerine dayanarak yaptığımız bu çalışmamızda onun görüşlerini gerek bugünkü eğitim anlayışı açısından gerekse diğer İslâm filozoflarının eğitim görüşleriyle karşılaştırılması bakımından incelemeye ve değerlendirmeye çalıştık.

     Dört ana bölümden oluşan bu araştırmanın birinci bölümünde, İbn Haldûn’un kendisini tanımak ve bu sayede düşüncelerini daha iyi anlamak amacıyla hayatı ve eserleri hakkında genel bilgilere yer verilmiştir.

     İkinci bölümde öğrenmenin ortaya çıkışı açısından İbn Haldûn’a göre akıl ve bilginin oluşumu değerlendirilerek insanların, meleklerin ve peygamberlerin bilgileri çeşitli İslâm filozofları ile karşılaştırma yapılarak ortaya konulmaya çalışılmıştır.

     Üçüncü bölümde ise İbn Haldûn’un eğitim-öğretim ile ilgili görüşleri özellikle eğitim, toplum ve ekonomi ilişkisi çerçevesinde incelenerek, ona göre meslek eğitimi ve gelişimine etki eden faktörlere de değinilmiştir.

     Dördüncü bölüm olan son bölümde ise İbn Haldûn’un öğretim metotları ile ilgili görüşlerine yer verilerek ayrıca şiir sanatı ve dil öğrenme metodu incelenmeye çalışılmıştır.

    Beni bu konuyla ilgili çalışmaya teşvik eden ve bu çalışmamın ortaya çıkmasında değerli görüşleriyle bana rehberlik eden, zamanını ayıran kıymetli hocam; Prof. Dr. Kemal SÖZEN’e, çalışmamı okuyarak eleştiri ve önerileriyle katkıda bulunan değerli hocalarıma, her konuda yardımlarını esirgemeyen Araş.Gör. Bilgehan Bengü TORTUK’a ve son olarak büyük bir özveriyle bana sakin bir çalışma ortamı sağlayan aileme teşekkürlerimi bir borç bilirim.

                                                                                                                             Arife SÜNGÜ
                                                                                                                             Isparta-2009

BİRİNCİ BÖLÜM

İBN HALDÛN’UN HAYATI VE ESERLERİ

1. Hayatı

     XIV. yüzyılın büyük İslâm filozofu, kıraat ve fıkıh âlimi, devlet adamı, tarih felsefesinin kurucusu ve sosyolog olarak tanınan İbn Haldûn, 1332 yılında Tunus’ta doğmuştur.

     Asıl adı Abdurrahman b. Muhammed b. Ebu Bekr Muhammed b. Hasan olan İbn Haldûn’un künyesi büyük oğluna nisbetle Ebu Zeyd olup, ona Mısır’da Malikî baş kadılığına yükseldiği için Veliyüddin lâkabı verilmiştir. İbn Haldûn, ailesinin Yemen’in Hadramut şehrinden olması nedeniyle Hadramî, kendisi Tunus’ta doğduğu için Tunusî, diğer mezheplere mensup olan baş kadılardan ayırt edilmesi için Mâlikî, hayatının uzun yıllarını Mağrip’te geçirmesi nedeniyle Mağribî gibi isim ve unvanlarla da anılmıştır.2 Ayrıca atalarından Halid b. Osman’ın Halid ismine Yemen halkının âdeti gereği “vav” ve “nun” eklenerek ismi Haldûn şekline dönüşmüştür ve Haldûn ismi de buradan gelir.

     İbn Haldûn’un soyu, sahabeden Vail b. Hacer’e kadar uzanan tanınmış, köklü bir aileden gelmektedir. Vail b. Hacer, Hz. Muhammed’i ziyaret ederek onun hayır duasını almış ve ondan yetmiş hadis rivayet etmiş olan bir sahabidir.4 İbn Haldûn’un ailesi, VIII. yüzyıl sonlarında Hadramut’tan İspanya’ya göç etmiş, XII. yüzyılda ise İspanya’nın Kastil Kralı III. Ferdinand tarafından alınması üzerine Tunus’a göç etmiş olan aslen Yemenli bir ailedir.

     İbn Haldûn çocukluğundan olgunluk yaşına ulaşıncaya kadar babasının gözetiminde yetişmiş, ilk bilgilerini de ondan almış ve öğrenimine Kurân’ı ezberleyerek başlamıştır. Ancak onun eğitim hayatı her ne kadar babasından aldığı derslerle başlamışsa da asıl fikrî eğitimi Sultan Ebu İnan’ın Fas ve Tlemsen’den getirttiği âlimlerle devam etmiştir. Merini sarayında kalışı ve Gırnata’da geçirdiği iki yıl onun dinî, edebî, tarihî ve felsefî ilimlerde sağlam bir fikrî temel oluşturmasında önemli bir dönem olarak görülmektedir.

     İbn Haldûn’un babası Muhammed Vâbili, siyasete girmeyip kendini İslâmî ilimlere ve edebiyata adamış değerli bir bilim adamıdır. O, oğlu İbn Haldûn’un, yaşadığı dönemdeki Tunus’un cami ve okullarında ders veren en iyi âlimlerden ders almasına özen göstermiştir.7 İlme düşkün ve bu konuda bilgisini arttırmaya hevesli olan İbn Haldûn, öğrenim çağına geldiğinde âlimler meclisine girerek o dönemin ilim ve kültür merkezi olan Tunus’ta fıkıh, hadis, kelâm, akâid, tefsir, felsefe, mantık ve matematik gibi ilimlerde birçok yetkin hocadan ders almıştır. Kendi döneminin ölçüleri içinde özenli bir eğitim alan İbn Haldûn, gençliğinde gidip yaşadığı başka yerlerde öğrenimini sürdürmüştür. On yedi yaşında iken halkı kırıp geçiren veba hastalığı yüzünden anne ve babası ile bazı hocalarını kaybeden İbn Haldûn, yirmili yaşlarında ilimde şöhret ve fazilet sahibi olması sebebiyle, Tunus Sultanı Ebû İshak’ı vesayeti altına alan vezir İbn Tafragîn tarafından alâmet katipliği (mühürdarlık) görevine atanmıştır. Alâmet katibinin görevi, besmele ile ondan sonra gelen resmî yazı arasına Allah’a hamd olsun, Allah’a şükür ifadesini yazmaktır.

     İbn Haldûn’un yaşadığı dönemde, Kuzey Afrika’da bulunan İslâm ülkeleri arasında siyasî ve fikrî mücadeleler olmaktaydı. Nitekim böyle bir mücadelenin sonunda ortaya çıkan savaşta Tunus Sultanı Ebû İshak yenilgiye uğrayıp öldürülünce, düşünürümüz görevini bırakmak zorunda kalmış ve Tunus’dan ayrılarak bir daha bu şehre dönmemiştir.9 Daha sonra, Tunus’ta İbn Haldûn’la görüşen onun zekâsı ve yeteneğine hayran kalan bazı kimselerin tavsiyesiyle Sultan Ebû İnan onu Fas’a davet etmiş, daveti kabul eden İbn Haldûn da 1354’de bu şehre giderek buradaki kütüphanelerde çalışmalar yapmıştır. Fas’ta sekiz yıl kalan İbn Haldûn, burada çeşitli risale ve şiirler yazarak yoğun fikrî çalışmalarıyla bilgi ve deneyimini arttırma imkânı bulmuştur. Ancak bir süre sonra burada da siyasî kargaşalar başlayınca bir şekilde sultanla arası açılan İbn Haldûn, suçsuz olmasına rağmen iki yıl hapse mahkûm edilmiştir. Daha sonra Sultanın öldürülmesi üzerine serbest kalan düşünür, Fas’ın idaresini eline geçiren Ebû Salim zamanında sır kâtipliği ve hâkimlik gibi önemli görevlerde bulunmuştur. Öldürülen Sultanın yerine geçen vezir Ömer b. Abdullah ile aralarında soğukluk ortaya çıkınca bu ülkeden ayrılarak Gırnata Sultanı Ebû Abdullah b. Ahmer’in hizmetine girmiştir. Sultan, İbn Haldûn’u ülkesinde büyük bir ilgiyle karşılayarak onun ilminden büyük ölçüde istifade etmiştir. Hizmeti sırasında İbn Haldûn, atalarının yaşadığı yer olan Sevil’in Hristiyan hükümdarı Zalim Pedro’ya elçi olarak görevlendirilmiştir. Kralın, görüşlerine hayran kalarak ülkesinde kalmasını teklif ettiği düşünürümüz, bu daveti nazikçe reddederek Fas’a geri dönmüş ve aldığı hediyeleri Sultan’a takdim etmiştir.

     Kendisini Gırnata’da daha rahat hisseden İbn Haldûn, burada ikâmet ettiği sıralarda vezirlik görevinde bulunan Lisannüddin İbn Hatip ile dostluk kurmuştur. Ancak kısa bir süre sonra (yaklaşık üç yıl) yerleşmeyi düşündüğü bu şehri terk etme kararı almış buradan ayrılarak eski dostu Becaye Sultanı Ebû Abdullah'ın davetiyle Bicaye’ye gitmeye karar vermiştir. 11 İbn Haldûn’un bu kararı almasına etki eden sebepler konusunda farklı kaynaklarda çok farklı bilgilerin olduğu görülmüştür. Bir görüşe göre, İbn Hatip daha sonraları dinsizlik ithamı ile cahil halk tarafından taşa tutularak (Bazı kaynaklarda İbn Hatip’in hapishanede boğularak öldürüldüğü bilgisi de geçmektedir.) öldürülünce İbn Haldûn, Becaye’ye gitmek zorunda kalmıştır. Diğer bir görüşe göre, kendisinin sultanla olan ilişkilerini kıskanan İbn Hatip’in bu davranışını fark eden İbn Haldûn, onunla aralarındaki dostluğa zarar vermemek için bu kararı almıştır.

     İbn Haldûn Becaye’de vezirlik görevi üstlenmiş, bunun yanı sıra bazı öğrencilere de ders vermeye devam etmiştir. Fakat bu şehirde yalnızca bir yıl kalabilmiş ve 1366’da burayı da terk ederek Tlemsan Sultanı Ebû Hammu’nun hizmetine girmiştir. Tlemsan’da Ebû Hammu, onu kabileler arasında çıkan anlaşmazlığı yatıştırmakla görevlendirmiş, ancak bu görevi istemeyerek kabul etmek zorunda kalan düşünür, daha sonra fikrini değiştirerek söz konusu görevi yapamayacağını Sultan’a bildirmiştir. İbn Haldûn, steplerde ve dağlarda yaşayan Arap ve Berberi aşiret reislerinin, hizmet ettiği hükümdarlara siyasal olarak bağlanmalarında önemli rol oynamıştır. Aşiret reisleriyle ilişkilerinde kazandığı itibar, hükümdarın gözünden düştüğü zamanlarda bile ona faydalı olmuştur. Bu gözden düşme durumu, İbn Haldûn’un hayatında pek çok kez tekrarlanmıştır. Bir defasında bir aşiret reisinin koruması altında Beni Tucin kasabasındaki Benî Selâme kalesine yerleşerek dört yıl gibi bir süre siyasetten uzak kalarak sakin bir hayat yaşamış, burada ilim ve ibadetle meşgul olmuştur.12 Bu kaleye yerleştiğinde kırk iki yaşında olan İbn Haldûn, o güne kadar edindiği siyasî, fikrî ve ilmî tecrübesiyle elİber’i ve Mukaddime ile Berberilerin tarihini yazmaya başlamıştır. Dört yıl sonra, bugün dünyaca ünlü bir eser olan Mukaddime’yi tamamlayan düşünür, eserinin yazım işi ilerleyince başka kaynaklara da başvurmak zorunda olduğunu anlayarak kaleden ayrılmış ve nihayet 1378 senesinde 26 yıl önce, henüz yirmili yaşlarındayken ayrıldığı Tunus’a giderek eserini Tunus Sultanı Ebû Abbas’a takdim etmiştir. Ancak kendi yurdunda dahi özlemini çektiği rahatı bulamayan İbn Haldûn, hacca gitmek bahanesiyle dört yıl kaldığı Tunus’tan 1382’de ayrılmış, fakat yolda fikir değiştirerek Mısır’a gitmiştir.13 Düşünürümüz, 1388 yılında hacca gitmesi ve 1400’lü yıllarda Timur’a karşı Melik en-Nâsır ile birlikte sefer yapması hariç hayatının geri kalan yıllarını bu şehirde geçirmiştir.

     İbn Haldûn, Mısır’da Sultan Berkuk’un teklifi ve öğrencilerinde ricasıyla Ezher Camisi ve Kamhiye Medresesi’nde dersler vermeye başlamıştır. Dil ve edebiyata çok iyi hâkim olan İbn Haldûn’un kısa zamanda şöhreti yayılmış ve Sultan tarafından Malikî Başkadılığına getirilerek Veliyüddin unvanını kazanmıştır. Mısır’da sıcak bir ilgiyle karşılaşan düşünür, burada kalmaya karar vererek ailesini de yanına getirtmek istemiştir. Ancak ailesi Tunus’tan deniz yolculuğu ile Kahire’ye gelirken gemi kasırgaya yakalanarak batmış ve ailenin diğer bütün bireyleri boğularak can vermiştir. Bu olaydan büyük üzüntü duyan İbn Haldûn, kadılığı bırakmaya karar vermiştir. Bu kararı almasında bazı siyasî çekişmeler de etkili olmuştur. Özellikle onun kazaî meseleleri kavrama ve hüküm verme tarzı Mısırlılar tarafından tenkit konusu edilerek eleştirilmiştir. Kadılık görevi sırasında çıkarları zedelenen ve bu yüzden kendisini çekemeyen birtakım kimselerin şikâyetleri sebebiyle pek çok defa bu görevden azledilmiştir. İbn Haldûn, 1387 yılında aktif siyasî yaşantısını bırakarak tüm vaktini ilme ve ibadete vermiş ve daha önce niyet edip gerçekleştiremediği hac görevini yerine getirmiştir.

     İbn Haldûn, hac görevini tamamladıktan sonra tekrar Mısır’a geri dönmüş ve öğrencilere ders vermeye devam etmiştir. 1309 yılında Sultan tarafından ikinci kez Malikî Başkadılığına getirilmiştir. 1400 yılında ise Timur’un Şam’ı istila ettiği haberini alan Sultanın Suriye’ye yaptığı bir sefere de katılmıştır. Yapılan ilk savaşta Timur’un ordusu galip gelince Sultan, Mısır’daki devlet işlerindeki birtakım aksamalardan endişe duyarak devletin başında olmak amacıyla Mısır’a dönmek zorunda kalmıştır. Bu sırada Timur’la şehrin teslim şartlarını gizlice görüşerek Şam halkının katledilmemesi ve şehrin tahrip edilmekten kurtarılması hususunda önemli bir görevi yerine getirmiştir.

     İbn Haldûn, 1401-1406 yılları arasında dört kez daha kadılık görevine getirildiği Mısır’da 24 yıl boyunca kalmıştır. Nihayet 1406 yılında Kahire’de vefat etmiş ve Nasr Kapısı dışında Sufiyye Kabristanı’na defnedilmiştir.

     İbn Haldûn’un yaşamını, iki bölüme ayırarak incelemek mümkündür. Birinci bölüm onun kırk iki yaşında Benî Selâme kalesine yerleşene kadar Müslüman Batı’da siyasi ve idari karışıklıklar içinde geçirdiği dönemdir. İkinci bölüm ise onun Mısır’da yaşadığı dönemdir ki bu dönemde de o, siyasi entrikalardan uzak bir şekilde kendini yalnızca ilme ve düşünceye adamıştır. İlk dönemde onu etkileyen iki önemli olay olmuştur: Bunlardan biri, hocalarının çoğunun ve kendi ebeveynlerinin ölümüne neden olan veba hastalığı, diğeri ise arkadaşı İbn Hatib’in suikaste uğramasıdır.18 İbn Haldûn’un yetmiş dört yıllık ömrü, bazen bir sultanın kâtipliğinde bazen önemli elçiliklerde bazen mahkeme veya hapiste bazen de ders kürsülerinde geçmiştir.19 Bu görevleri esnasında o, seyahatleri sırasında ve hapse girdiği zamanlarda bile çevresini gözlemleyerek çalışmalarına devam etmiş bilgi ve tecrübesini arttırmıştır. İnsanlar ve özellikle toplumlar, devletler ve siyasetleri hakkında bilgi toplamıştır. İbn Haldûn, kendi zamanı için yeni sayılacak bir bilginin tarih felsefesinin ve belki de bu bilgi ile sosyolojinin kurucusu sayılabilir.20 Ancak onun fikirleri yaşadığı dönemde pek ilgi görmemiştir. Çünkü onun zamanı, İslâm dünyasının en hareketli dönemleridir. O dönemde Mısır’da Memlükler, Doğuda Timur’un hâkimiyeti ve Altınordu Devleti, Kuzey Afrika’da Meriniler, İspanya ve Fas’ta Beni Ahmer Devleti bulunmaktaydı. Bizans İmparatorluğu hâkimiyetini sürdürürken, Büyük Selçuklu Devleti dağılmış ve Anadolu Selçuklu Devleti varlığını devam ettirmekteydi. Moğol ve Haçlı istilâları bitmiş ama bıraktığı tahribat devam etmekteydi. Osmanlı İmparatorluğu ise henüz bir beylik olarak yeni kurulmuştu. İbn Haldûn’un tarih ve siyasete dair fikirleri, ancak Osmanlı’nın gerileme dönemindeki aydınları üzerinde etkili olabilmiştir.

     İbn Haldûn’un eserlerini inceleyerek üzerinde araştırmalar yapan ilk millet Türkler olmuştur. İbn Haldûn, Anadolu’da Kâtip Çelebi (ö.1657) tarafından tanıtılmış, Nâimâ (ö.1716), Pîrizâde Mehmed (ö.1749) ve Ahmet Cevdet Paşa (ö.1895) gibi Osmanlı tarihçilerinde İbn Haldûn’un önemli tesirleri görülmüştür. Batı’da ise İbn Haldûn’un vefatından tam üç yüz yıl sonra Mukaddime adlı eseri ilgi çekmeye başlamış ve hakkında araştırmalar yapılmıştır. XIX. yy. başında Sylvestre de Sacy, Mukaddime’den bir bölüm tercüme ederek, Batı âlemine İbn Haldûn’u tanıtmıştır.22 Osmanlı ilim adamlarının XVI. yüzyılda ilgi göstermeye başladıkları İbn Haldûn’a Batı, ilgisini XIX. yüzyıldan itibaren yavaş yavaş belli etmeye başlamış yani bu ilgi Osmanlıya göre çok geç başlamıştır. Buna rağmen İbn Haldûn’u tanıma XVII. yüzyılda Fransız oryantalist Barthelemy’nin bir eseriyle gerçekleşmiştir. XIX. ve XX. yüzyılda ise Becker ve Barnes gibi bilginler onun Batı’da daha çok tanınmasını sağlamışlardır.

2. Eserleri

     Kaynaklara göre İbn Haldûn’un manzume, risale, İbn Rüşd (ö.1198) ve Fahreddin Razi’nin (ö.1210) eserlerine yazdığı özetlerin yanında matematik ve mantığa dair eserleri bulunmaktadır. Dokuz kitap ve çeşitli risalelerden oluşan eserlerinden başlıcaları şunlardır:

     1. Kitâbu’l-İber: Bir tarih kitabı niteliğinde olan ve İbn Haldûn’un ismini ölümsüzleştiren bu görkemli eser, 7 ciltten ibarettir ve 3 bölüme ayrılmıştır:

     Birinci bölüm: Önsöz ve girişten oluşan bu bölüm zamanla Mukaddime adını almıştır ve aynı zamanda eserin 1. cildidir.

     İkinci bölüm: Eserin 2. 3. 4. ve 5. ciltlerini içeren bu bölümde Arap tarihi yanında Suriye, Fars, Yahudi, Eski Mısırlı, Yemen, Roma, Türk, Franklılar gibi milletlerin tarihi anlatılmaktadır. Ayrıca Emevî ve Abbasî gibi Müslüman hanedanlıkların tarihine de yer verilmektedir.

     Üçüncü bölüm: 6. ve 7. ciltlerden oluşan bu bölümde ise Berberilerin ve Kuzey Afrika’daki Müslüman hanedanların tarihi anlatılmaktadır.

     2. Mukaddime: İbn Haldûn, önsözde kitabı kısaca tanıtır ve tarih ilminin öneminden bahseder. Girişte, tarih ilminin yazımında izlenen usüllerin araştırılması, tarihçilerin düştükleri hatalar ve bunların sebepleri gibi konulara değinir. Birinci kitabı oluşturan ve çeşitli yönleriyle insan cemiyetlerinin tarif ve açıklamasıyla başlayan Mukaddime 6 ana bölümden meydana gelir:

     1. Bölüm: İklimlerin yeryüzündeki uygarlıklar üzerindeki etkileri, havanın insanların yaşam biçimlerine etkisi, yetersiz ya da aşırı beslenmenin insanların beden ve huyları üzerindeki etkileri gibi konuları içerir.

      2. Bölüm: Göçebe ve şehirli kültürlerinin karşılaştırılması, zıtlıklardan ortaya çıkan çatışmaların sosyolojik ve tarihi sebepleri ve sonuçları gibi konuları kapsar.

      3. Bölüm: Saltanat, hilafet, krallık ve bunların şartları, korunması, devletin doğuşu ve çöküşü, sultanların asalet sıralaması ve idarenin temelleri gibi konular incelenir.

     4. Bölüm: Köy ve kasabalardaki hayata dair müşâhadeler, kale, cami ve tapınaklarla evlerin yapılması, bunların İslâm devletiyle olan ilgisi gibi konular işlenir.

     5. Bölüm: Geçim araçları, sanat, ticaret, iş hayatı, ziraat, tarım, inşaat ve o dönemdeki ana meslekler gibi konular incelenir.

     6. Bölüm: Çeşitli bilimler, bunların sınıflandırılması, öğretim yöntemleri, aklî ve naklî bilimlerin koşulları gibi konular incelenir.

     İbn Haldûn’a asıl şöhretini kazandıran ve adını ebedileştiren Mukaddime, farklı konuları ihtiva eden hazine değerinde bir eserdir. Batılılar üzerinde oldukça etkili olan ve orta çağın en önemli eseri sayılan bu kitap, Fransızca, İngilizce, Almanca ve Türkçe gibi çeşitli dillere de çevrilmiştir.

     Mukaddime’nin ilk iki bölümü ilk kez Şeyhülislam Pîrizâde tarafından Osmanlı Türkçesi’ne 1730 yılında tercüme edilmiştir. Tercümenin üçüncü kısmı ise Cevdet Paşa tarafından 1860 yılında tamamlanmıştır. Mukaddime’nin Türkçe tercümeleri ise 1954 tarihinde Zakir Kadiri Ugan tarafından 3 cilt, 1977’de Turan Dursun tarafından 2 cilt, 1982 tarihinde Süleyman Uludağ tarafından 2 cilt halinde yapılmıştır.

     3. Şifâu’s-Sâil li-Tehzîbi’l-Mesâil: Tasavvufa dair olan bu eseri, İbn Haldûn’un Mukaddime’den önce 1372-74 yılları arasında yazdığı kabul edilir. Eser, Muhammed Tavit et- Tanci tarafından 1358’de yayınlanmış, Süleyman Uludağ tarafından da 1977’de Türkçe’ye çevrilmiştir.

     4. Et-Tâ’rif: İbn Haldûn, bu eserini Mısır’da yazmış ve eserinde ölümünden bir yıl öncesine kadar olan hayatını, yaptığı seyahatleri ve kişisel anılarını anlatmıştır.

     İbn Haldûn, bir günlük niteliği taşıyan otobiyografisini daha sonra el-İber adlı eserinin yedinci cildine eklemiştir.

     5. Lubâb’ul-Muhassal fî Usûli’d-Dîn: Eser, Fahrettin Râzi’nin kelam ile ilgili el-Muhassal isimli kitabının özetlenmiş bir şekli olup dört bölümden oluşur. İbn Haldûn’un 19 yaşında yazmış olduğu bu ilk eseri İspanyolca’ya da çevrilmiş ve günümüze kadar gelmiştir.

Bu eserlerinin dışında ona ait olduğu bilinen 6 eser daha bulunmaktadır:

1. Kaside-i Bürde şerhi

2. İbn Rüşd felsefesi hakkında bir risale

3. Mantığa dair bir risale

4. Hesap hakkında bir risale

5. Merakeş sultanına yazılan bir risale

6. Şiire dair bir risale

     Eserlerinde, özellikle Mukaddime’de yaşamında edindiği tecrübelerin etkisi görülen İbn Haldûn, bu eserinde yalnızca tarihçi kişiliğini ortaya koymamış aynı zamanda İslâm dünyasındaki ilim ve sanatları inceleyerek eğitimle ilgili de oldukça özgün görüşler öne sürmüştür. Bu görüşler onun eğitimci kişiliğini yansıtmasının yanında günümüz eğitim anlayışına da katkı sağlayacak önemli bilgiler içerir.

21 Şubat 2016 Pazar

İbn-i Haldun


Kaynak

SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ ▬ İBN HALDÛN’UN EĞİTİM FELSEFESİ 
Arife SÜNGÜ

17 Şubat 2016 Çarşamba

Şiddete Son Şiddete !!!

Ülkemizde şiddete hayır diyenler yok ancak kadına şiddete hayır diyenler var.

Komple hepsini bitirelim demektense sadece bir kısmı bitsin kadına şiddet uygulanmasın deniliyor.

Peki neden ? 

Yürüyüşe gitmek için başka nedenlerin de olması lazım da ondan.Aklı başında olan bir insan kadına şiddete hayır demez.Komple şiddete hayır der.Ancak çıkarları başka ülkelerin çıkarları ile örtüşenler böyle güzel sloganlar bulur ve Kadına Şiddete Hayır der.

Kadına şiddete hayır yürüyüşünde polise şiddet uygulamak sadece polis olduğu için çok ayrı bir saçmalıktır.

Zaten ülkemizdeki eylemlerin hepsi ortada.Eylem insanlara sesimizi duyurmak için yapılması gereken bir aracıdır.Ancak bizde herşeye eylem yapıldığı için artık eylemlerin çoğu saçma amacına uygun olmayan davranışlar içeren eylemler halini almıştır.

Diğer ülkelerin toplumlarının yaptığı eylemler ile bizim toplumumuzun yaptığı eylemleri dahi mukayese ettiğimiz zaman bizim toplumumuzun neden bilgisiz ve organize olmadan eylem yaptığını görebiliriz.En sağcısından en solcusuna kadar bu maalesef böyledir.

İşin kolayına kaçmadan kadına şiddete hayır yerine hepsini kapsayacak şekilde şiddete hayır dediğimiz günlerde buluşmak dileğiyle.

Salih Yücel GÜR


14 Şubat 2016 Pazar

Sultan Galiyev '' Görüşlerim ''

Sultan Galiyev '' Görüşlerim ''




Belli başlı tüm üretim araçları (fabrikasyon endüstrisi), tedavül araçları (banka sermayesi ve bunun altyapısı), ulaşım ve iletişim araçları (deniz yolları, demir yolları, hava ulaşım araçları, telgraf ve radyograf), hammadde (petrol, taş kömürü, filizler, hayvansal ve bitkisel ürünler) kaynakları, keza endüstriyel ürünlerin satış pazarları, topu topu 300-350 milyon nüfusa sahip bulunan metropollerin ellerinde birikmiş durumdadır. Batı, bu açıdan aynen dev bir ahtapot gibi, insanlığın beşte dörtlük bir kısmını sarmış ve onun tüm yaşamsal kaynaklarını sömürmektedir. Ve bu ahtapot, sade bir deniz ahtapotu olmayıp, Batı'nın askeri buluşlarının ve savaş sanatının en yeni teknolojileri ile silahlanmış zırhlı bir ahtapottur... Vurucu bir ahtapottur... Ölümcül bir ahtapottur!...

Elbette ki bu kazanımlar, ahtapotun cesaret ve yiğitliğini arttırmamıştır. Ne var ki, ahtapotun korkakça zalimliği ve açgözlülüğü artış göstermiştir. Ahtapot, şimdi sömürge ve yarı sömürge halkların kanlarını emerek, dünya halklarının daha geniş olan kısmının zayıflaması,  yozlaşması ve ölümü hesabına, daha küçük olan diğer kısmını zenginleştirmektedir: 

6 Şubat 2016 Cumartesi

kar taneleri düşerken yüreklerimize

kar taneleri düşerken yüreklerimize
tahtalara vurarak anlatmaya çalıştık yüreklerimizi
yıktığımız yüreklerimiz arasındaki köprüler idi.

savaşın sessiz gelen rüzgarları arasında
kalemler ile silahlar arasında kalan ruhlardık sadece...

onlar keyfi çıkarları için kaçarken
biz yaşadığımız topraklar için ölüyorduk sessizce
dün de bugün de...

onlar yeni yurtlar edinirken
bizim sakallarımızdan akan kan damlaları vardı belki

biz bitiyorduk ölüyorduk belki
ancak onursuzca değil

toprak bile kabul etmezdi böylesini
vurarken txalapartanın her ritiminde
biz onurlu birer yaşam ve ölüm diledik sadece...

salihyücelgür