23 Şubat 2018 Cuma

Zihniyetler Çukur'da


Son dönemdeki popüler ve başarılı olan ve benim de kardeşim sayesinde ara ara izlediğim Çukur dizisindeki Trafik Polisine karşı yapılan saygısızlığın, aslında Televizyon denilen dünyanın bizi nasıl aptal yerine koyduğunun göstergesidir.

Bunu bin kere anlatmamıza rağmen insanlarımız bu konuyu anlayamamışlardır.Değişimi çok çabuk kabul eden bir yapıya sahip olmayışımız ile değerlerimizi korumaya çalıştığımız davranışlarımız arasında üzücü olaylar yaşıyoruz.

Ancak şu bilinmelidir ki dizide gösterilen saygısızlığın gerçek hayatta ülkemizde yine olmasının önüne biz kendimiz geçememekteyiz.Bu yüzden zaten toplumun ve bireyin kendi egosunu şişirme ve tatmin etme gibi aslında gelişmiş toplumlarda ve ülkelerde kendisini küçük düşüren bir davranış sergilemesine yol açmaktadır.

Gelişmiş toplumlarda bir trafik polisinin herhangi bir makama sahip kişiye ceza kesmesi çok normal bir davranış olarak karşılanmaktadır.Eğer bu gelişmiş toplumda istisnai bir durum olduğunda makam sahibi itiraz eder ise toplum makam sahibini toplum dışına itmek için elinden geleni yapmaktadır.Bizde ise tam tersine o makam sahibi olduğu için onun üstünlüğü vardır denilmektedir.Ancak aynı üstünlük olaya biz dahil olduğumuzda o üstünlüğe küfür eder derecesine gelen bir karşı oluşa yol açar.

Bu yüzdendir ki yasalar,kurallar toplumların daha huzurlu yaşamaları için koyulmuş gerekli olan hayatı düzenleyen bir bütündür.Bu bütünü bozan bireylerin aslında en başta toplum tarafından dışlanması gerekmektedir ki bu gelişmiş toplumlar tarafından yapılmaktadır zaten.Diğer toplumlar tarafından yapılan ise önce davranışı yapanın kim olduğu daha sonra ise buna göre bir karşı davranış sergilenmesidir.Buna ise aslında dalkavukluk desek yeridir…

Salih Yücel GÜR

19 Şubat 2018 Pazartesi

Ekonomi


Ekonomi

Toplumda şöyle bir şey var araştırma yok okuma yok ama yeri geldiği zaman gizlenen tarih,saklı gerçekler v.b gibi hikayeler.Doğulu toplumların sorunları da bu galiba hikaye ve mitolojilere bu kadar çok önem vermek iyi bir şey değil aslında.

Konunun tam anlamıyla özüne indiğimizde kocaman bir pasta çıkıyor karşımıza aslında ekonomi denilen adına.Ekonomi denilen bu pastadan dönemsel olarak pay alanların isimleri ve ölçüleri değişse de pasta aslında aynı pastadır.Şimdi burada kaldırıp bankaların sistemlerini veya borsayı anlatmaya dahi başlamayayım yoksa bu yazı bitmez arkadaş.

Toplumların devletlerin ve hatta hatta sistemlerin farklı dönemlerde farklı olaylar örgüsü yaşamasının sebebi işte asıl bu pastadır.Pastadan alınacak pay kimi zaman bir karikatüre olay olur kimi zaman ciddi bir akademisyenin anlatışına çünkü toplumun anlayabileceği düzeyde ancak bu kadar güzel anlatılır.

Emperyalizm ve Kapitalizmi icat ettiğimiz süreçlerde hatta ve hatta İmparatorlukların olduğu o süreçlerde yine bu pasta mevcuttu.Fiziksel olan savaşlarımızı artık fikri anlama döküyoruz ve bizim yerimize yarı anlamda da olsa robotlar savaşıyor.Diğer yandan evrensel sorunlar da baş göstermeye başladı, artık bakalım o büyük pastayı kimler yemek için hala uğraşacak.

İşgal etmek sadece ama sadece ekonomik çıkar sağlamak için kısa vadeli bir işgal biçimi aslında geçici olan bir işgal biçimidir.Ancak siz bir toplumu ve o toplumun ortaya koyduğu kültürü tanımlar var anlayabilirseniz ( İngilizlerin yaptığı gibi ) o toplumun her türlü konuda nasıl düşünebileceğini ve o toplum ile nasıl iletişime geçebileceğinizi kavrayabilirsiniz.Yine savaşı aslında fikirler yürütüyor değil mi ?

                Pastadan alacağınız payı sabit tutmak için bile çalışmanız gereklidir.Eğer aldığınız pay evrensel düzeyde ise en iyisini bilim ile yapmak gereklidir.

                Hayat notalara tutunmak gibi Schubert’in o eşsiz eserleri gibi eğer kulağınızı verir ve hissederseniz hayat aslında Goethe’nin söylediği gibi sadece ama sadece çevrenizdekinlere ve etkileyebildiğiniz insanlara bıraktığınız bir anlam bağı.Bu yazının kısa mesajı pasta yemeğe devam edelim…

Gayri Safi Milli Hasıla’yı falan açıklasa mıydım ?
Neyse ya…

Salih Yücel Gür 

7 Şubat 2018 Çarşamba

SAPIENS / Harari


Richard Dawkins'in ortaya attığı kültürel iletim birimi olan mem konusuna Harari Sapiens isimli eserinde şöyle yer veriyor 

'' Giderek daha fazla sayıda akademisyen, kültürü bir zihinsel enfeksiyon veya parazit gibi değerlendirerek, insanları da bu parazitlerin yaşadığı konaklar olarak tanımlıyorlar. Virüs gibi organik parazitler, kendilerini ağırlayan bedende yaşar ve çoğalarak bir bedenden öbürüne yayılır, zayıf düşürür hatta bazen ölümüne sebep olurlar. Parazitin başka bir bedene geçişine izin verecek kadar yaşadığı müddetçe ağırlayanın sağlık durumu paraziti ilgilendirmez. Kültürel fikirler de insanların zihninde bu şekilde yer alır, birinden öbürüne yayılır ve zamanla ağırlayanı zayıf düşürür, hatta bazen ölümüne sebep olur. Kültürel bir öğe (örneğin Müslümanların bulutların üstündeki cennete veya Komünistlerin burada yeryüzündeki cennete inançları) bazen ölüm pahasına dahi olsa insanları belli bir fikri yaymaya ikna eder. Böylece insan ölür, fakat fikirler yaşamış olur. Bu yaklaşıma göre kültürler (Marksistlerin genellikle düşündüğünün aksine) birtakım kötü niyetliler tarafından insanları istismar etmek için üretilmiş komplolar değildir; daha ziyade, kültürler tesadüfen ortaya çıkan ve ortaya çıktıktan sonra etkilenen herkesten faydalanan zihinsel parazitlerdir.

Bu yaklaşım zaman zaman memetik olarak adlandırılır ve tıpkı organik evrimin "gen" adı verilen organik bilgi birimlerinin yeniden üretilmesine dayanması gibi, kültürel evrimin de "mem" adı verilen kültürel bilgi birimlerinin yeniden üretilmesine dayandığını iddia eder.[76] Dolayısıyla başarılı kültürler diğer insanlara maliyeti ve faydası ne olursa olsun memlerini yeniden üretmekte başarılı olan kültürlerdir. '' 

Buradan kitabın içerisinden diğer bir kısmı alıntı olarak vermek istiyorum.

'' Benzer argümanlar sosyal bilimlerde oyun kuramı şemsiyesi altında oldukça yaygın olarak bulunabilir. Oyun kuramı, çok oyunculu sistemlerde tüm oyuncuların zararına olan görüşlerin ve davranış örüntülerinin nasıl olup da kök salıp yayılabildiğini açıklar. Silahlanma yarışı buna çok tipik bir örnektir. Çoğu zaman silahlanma yarışı tarafların iflasına sebep olur ve güç dengesini de değiştirmez. Pakistan gelişmiş savaş uçakları alınca Hindistan da aynı şekilde cevap verir, Hindistan nükleer bomba geliştirdiğinde Pakistan da onun arkasından gelir, Pakistan donanmasını büyütür, Hindistan da ona cevap verir. Sürecin sonunda güç dengesi büyük ölçüde ilk durumda olduğu hâliyle kalır ama eğitim veya sağlığa harcanmış olabilecek milyarlarca dolarla silah alınmış olur. Bununla birlikte, silahlanma yarışı karşı durması zor bir dinamiktir. "Silahlanma yarışı" bir ülkeden diğerine virüs gibi yayılan bir davranış biçimidir; evrimsel hayatta kalma ve yeniden üreme stratejisine harfiyen uygun olarak kendisine fayda sağlar ama diğer herkese zarar verir. (Silahlanma yarışının da aynen genler gibi herhangi bir bilinci olmadığını, bilinçli olarak hayatta kalmaya ve üremeye çalışmadığını unutmamak gerekir. Dolayısıyla yayılışı güçlü bir dinamiğin hedeflenmeyen bir sonucudur.) ''

Diğer bir alıntı
Geçtiğimiz beş yüz yıl boyunca, insanlar bilimsel araştırma yoluyla becerilerini giderek geliştirebileceklerini fark ettiler. Bu kör bir inanç değildi, ampirik olarak da defalarca kanıtlanmıştı. Buna ilişkin kanıtlar arttıkça, devletler ve zenginler bilime daha fazla kaynak ayırmaya istekli hâle geldiler. Bu tür yatırımlar olmadan, ne Ay'da yürüyebilir ne mikroorganizmaları düzenleyebilir ne de atomu parçalayabilirdik. Örneğin ABD yönetimi, geçtiğimiz yıllarda nükleer fizik araştırmalarına milyarlarca dolar ayırdı. Bu araştırmalarla üretilen bilgi, nükleer elektrik santrallerini yapabilmeyi ve böylelikle Amerikan sanayisi için ucuz elektrik üretebilmeyi sağladı. Ayrıca santraller ABD yönetimine vergi ödüyor ve bu verginin bir kısmı tekrar nükleer fizik için daha da fazla araştırma yapılmasına kaynak olarak ayrılıyordu. Modern insanların araştırmalar yoluyla yeni güçler elde edebilme becerilerine duydukları inanç neden giderek arttı? Bilim, siyaset ve ekonomi arasındaki bağı ne yarattı? Bu bölüm modern bilimin kendine özgü doğasına bakarak, sorunun en azından bir kısmını cevaplamaya çalışacak. Sonraki iki bölüm de bilim, Avrupa imparatorlukları ve kapitalist ekonomi arasındaki ittifakın kuruluşunu inceleyecek.

5 Şubat 2018 Pazartesi

Toplumumuzun Evrensel Sorunları Sorgulama Kabiliyeti




Evrensel düzeyde olan sorunları ülkesel olarak algılayan bireylerden oluşan bir toplumun içerisindeyiz. Toplumumuzun algısal olarak kendisini geliştirmesi bireylerin olayları anlaması algılaması ve sistemleri çözmesi demektir.

Bir bireyin olayları algılaması ilk basamak olarak görülebilir daha sonrasında ise anlaması ve gerçek bir şekilde yorumlaması ikinci kısımdır. Bireyin olaylar ile ilgili bilgisiz şekilde yorum yapması sadece ama sadece olayların anlaşılmasını istemeyenlerin çıkarına fayda sağlar.

Bir bireyin eğitimindeki detaylar burada önemlidir. Bireyin eğitiminin çıkarlar üzerine değil topluma katacağı fayda ile belirlenmesi ve bireyin mutluluğu üzerine seçilmesi hem bireyi hem de toplumu ileriye götürecektir.

Toplumun olayları algılayamadığı durumlarda bir bilinmezlik ve kaos ortaya çıkar. Bu kaos ortamından çıkar sağlamak isteyen örgütler ve o örgütleri destekleyen devlet ve şirketler oluşabilir.

Bir bireyin eğitimi toplumun değiştirilmesinde en küçük birim olarak görülse de o bireyin etrafındaki çevresine bırakacağı anlam ifadesi olarak düşünüldüğünde aslında ne kadar büyüktür.

Bu noktada bireyde en önemli özellik ise zihniyettir elbette. Zihniyet bir bireyin her konuya nasıl bakacağını belirleyen en büyük etkendir. Diğer yandan zihniyetin hemen arkasından ideoloji gelmekte idi ancak ideolojinin yerini de ekonomi aldı. Sorunların evrenselleşmesi soruların da evrenselleşmesine ve sorumluluğunda evrenselleşmesine yol açmıştır.

Algılarımızın açık olduğu olayları tam anlamıyla anlayabildiğimiz, gerçek anlamda eleştirebildiğimiz ve ülkemize güzelleştirebildiğimiz günlere...

Salih Yücel GÜR