12 Haziran 2016 Pazar

Türk İnkılabına Bakışlar Peyami Safa

Önsöz 

“Türk İnkılâbına Bakışlar” bu hususda muhtelif dillerde yapılan birçok denemelerin en yenisi fakat en yaşlısıdır. Atatürk’ün dilinde: “Milletin vicdanında ve istikbalinde ihtisas ettiği büyük tekâmül istidanı bir millî sır gibi vicdanımda taşıyarak, sırası geldikçe bütün içtimaî heyetimizde tatbik ettirmek mecburiyetinde idim” suretinde emsalsiz büyük bir üslûb ile hulâsa edilmiş Türk inkılâbı durmadan yürüdüğü için yaşlandıkça gelişiyor ve geliştikçe büyüyor ve güzelleşiyor. Bunun için onu yazmakta daha evvel gelenler, daha sonra gelenlerden daima geri kalmak talihsizliğine uğrayacaklardır. Peyami Safa şimdilik en sonra gelenlerden olmak ve bu inkılâbı bütün gençliğiyle birlikte yaşayarak eserini kemal çağında vermek itibarıyla daha çok yaşanmış ve daha iyi beslenmiş bir mevzu üzerinde çalışmıştır. İnsanı kıskıvrak saran ve sardıkça inandıran eserler daima hayat güneşi altında pişmiş, solmaz renklerini bu güneşten almış olan eserlerdir. Akademik eserler bunların yanında çok daha bilgiç, çok daha ağırbaşlı olabilirler. Fakat bütün bu meziyetler onları daha sağlam ve daha kıymetli yapmaya kâfi değildirler. Bu gibi eserlerde hayatiyetten gelen bir uçarılık lâzımdır ki bizi inkılâp kadar hafifletsin ve vesveselerden kurtarsın. Onların ruhlara sirayet ettirdiği hayatiyet ve hafifliği bir havailik zannedenler olabilir. Fakat bu hafifliğin ne kadar dinamik bir ruha, yumuşak bir zekâya ve incelmiş bir düşünceye muhtaç olduğunu, yazı yazanlar, çok iyi bilirler. Kelime ve fikirleri bir kasırgaya tutulmuş tozlar gibi havalandırmak ve imajları bir düşüncenin güneşinden geçirerek muhtelif his ve renklerle her ruha nüfus edecek gibi canlandırmak ancak yaratıcı bir üslûba sahip olanların kârıdır.

Prof. M. ŞEKİP TUNÇ


Diğer bir alıntı

Garpçılarla İslâmcıların bu tarzda anlaşmalarını kolaylaştıran itidal örnekleri de eksik değildi. Hatta komünizmin ve sosyalizmin Türk cemiyetiyle alâkasız bir sistem olduğunu kabul etmekle Türkçüler de, İslâmcılar da, Garpçılar da beraberdiler. Avrupa ideolojilerini bize mal etmekte Sebilürreşad’dan da, Türk Yurdu’ndan da ileri gitmesi tabiî olan İçtihad bile, arada bir, sosyalizm aleyhine neşriyat yapıyordu. Bu mecmuanın 92 numaralı ve 6 Şubat 1329 - 1913 tarihli sayısında Rıza Tevfik’in şu satırlarını okuyoruz:

“Avrnpa’da sosyalizm bir meselei hakikiyedir. Bizde ismi var; bahsi var; fakat hakikati yok!... Çünkü hayatı içtimaiyemizde böyle bir amilin bilfiil tesiratını hissetmiyornz. Memleketimiz mükemmel teşkilâtı sınaiyeye malik ve mazhar bir yer olsaydı, büyük fabrikalarımız bulunup herbirinde - işine göre - beş bin, sekiz bin, otnz sekiz bin kişilik taburlar teşkil eden muntazam ve müretteb bir amele ordusu çalışsaydı, o vakit bn sınıfı mahsusun her türlü hukukunu mevzubahis ve müdafa eden sosyalizm, bizim hayatı içtimaiyemizde de bir mühim amil olarak tesiratı fiilîye gösterebilirdi ve binaenaleyh bu, mucibi endişe bir meselei hakikiye olmak üzere telâkki edilebilirdi. Böyle bir işçi ordusunun muntazam çalışması cemaatin deveranı hayatına hadim olduğu gibi, tatili işgal etmesi de o deveranı anî bir sekteye maruz bırakacağı için (hayat memat meselesi) telâkki edilmek lâzım gelirdi.”

“Binaenaleyh azim ve merkezî birtakım teşkilâtı sınaiye olmadıkça bir memlekette sosyalizm meselesi olamaz. İhdas edilse de korkmam. O hakikî bir meselei içtimaiye değildir. Gazete, yani mübahase meselesi demektir.”

Rıza Tevfik bu makalesini Türk meseleleriyle Avrupa meselelerini birbirinden ayırmak için yazmıştı. Her mesele grubu içinde “Hakikî olanı da var, vehimden ibaret olanı da var; hatta hakikî olduğu halde henüz doğmuş olmayıp rüşeymî = rudimentaire bir halde duranı da var.” diyor ve sosyalizmi vehimden ibaret bize tamamıyla yabancı Avrupa davalarına bir misal olarak gösteriyordu.

8 Haziran 2016 Çarşamba

Yeniden başlamak...

Kitaplara sığınmak aslında insanın kendini keşfetmesi gibi bir olaya da yol açıyor.Bu açılan yolda insan kendini yönetmeyi derlemeyi toplamayı ve yeniden başlamayı öğreniyor.

Öğrenmek o kadar derin bir kelime ki.İnsanlar bunun farkında bile değil belki.Herhangi bir işi tarif ettiğimizde o insan o işi öğrenmez ancak o işe onu dahil ettiğimizde o işi öğrenir ve üstüne kavrar.

Biz hep toplum olarak tarif etmeyi seçiyoruz galiba neyse.Kitaplar dünyama girdiğinde aslında bu kadar yol alacağımı bilemezdim.Bu kadar yol alacağımı derken çok bilgili olduğum söylenemez.Aksine ne kadar bilgisiz olduğumun farkına vardım.Tek yakındığım konu ise keşke daha erken kitap okumaya başlasaydım demekti.Ancak yine de bir yerlerden başlamak ve dünyayı kelimelerden oluşturan o gizemli yazı yığınları ile keşfetmek en büyük maceram olsa gerek.Aynı konu ile ilgili okunana iki,üç kitap sonrasında ortak noktaların bulunması yani bilginin süzülmesi gerçekten çok harika bir duygu.Bu duygunun sonu gerçekten yok.Bilginin sonunun olmaması böyle bir hazzın bitmemesi hayatta en büyük zevk aldığım etkinliklerden biri haline getirdi kitap okumayı.Patates kızartmasını bile ikinci plana attım artık siz düşünün.

Salih Yücel GÜR