Halil İnalcık - Devlet-i Aliyye


Osmanlılar balkan anarşisi içine birleştirici dinamik bir kuvvet olarak meydana çıktıkları zaman , Bizans ve Balkanlar yalnız siyasi bakımdan değil, sosyal ve dini bakımdan da derin bir kargaşa ve parçalanma içinde idi. Merkezi otoritenin zayıflaması ve iç savaşlar eyaletlerde senyörlerin toprak ve köylü üzerinde sıkı ve keyfi kontrolü sonucunu vermişti. Zayıf Bizans idaresi eski askeri pronija topraklarını klişe ve senyörlerin elinden alıp merkezi kontrol altına sokmaya boşuna çalışıyordu. Toprak üzerinde merkezle yerel büyükler arasında bu mücadele kuşkusuz Balkan tarihinin temel sorunudur. Toprağa bağlı köylü , paroikos , senyöre ürün vergisinden başka bir takım angarya hizmetleri yapmak zorunda idi; odun ve saman sağlaması, öküzleri ile senyör için haftada iki veya üç gün hizmet , bunların en yaygın ve ağırı idi. Topraklarından kaçma ve senyörler arasında köylüyü toprağına çekmek için rekabet ve mücadele bu kötü koşulların doğurduğu bir durum idi. Osmanlı idaresi gelince , köylüyü himaye politikasını izleyerek adeta bir sosyal devrimin temsilcisi oldu. 


Gaza ve Gazilik

13. ve 14. Yüzyıllarda Anadolu’da İslam dinini , sufilik , fütüvvet ve gaza kurallarını halka öğretmek için Türkçe yazılmış bir literatür bulmaktayız. Bunlar , kuşkusuz o zaman toplumdaki belli gereksinimlere yanıt vermek ve belli grupları aydınlatmak ve eğitmek amacını güdüyordu. Selçuklu şehirlerinde , özellikle Konya’da egemen Fars dili ve edebiyatı karşısında basit bir Türkçe ile yazılmış bu gibi eserler , çoğu kasaba ve köylere yerleşmiş Türkmen halkına , bu arada ucut’ta ( uçlar ) geniş gazi kitlelerine hitap etmekte idi.Uc toplumuna hitap eden bu didaktik eserlerin bir bölümü,sırf İslam dininin günlük ibadet ve yaşama ait din kurallarını öğretmek amacını güdüyor ( ilm-i haller ) yahut ahiler için fütüvvet adabını anlatıyor, veyahut dervişlere tarikat esaslarını ve erkanını açıklıyordu. Bir bölümü de gazilik kurallarını açıklayan , yahut savaş heyecanını yükselten destan nev’inden eserlerdi. Bu eserlerde bir gazide bulunması gerekli özellikle belirtilir. Gazinin ‘’ niyeti ‘’ samimi olmalı , İslam dini ve Müslüman halk için savaştığını unutmamalı , gazada tama ve riya olmamalı , yani hareketlerinde dini hayır düşüncesinden uzaklaşmamalı , gazaya sırf ganimet için gitmemeli. Bu son madde, yukarıda açıkladığımız gibi gazanın dini ideolojik niteliğini vurgulayan temel koşuldur ( Yakınlarda Batı’da bazı yazarlar , bu noktaları görmezlikten gelip , gazayı sırf ganimet için haydutluk sayma eğilimindedirler ) .

Türk geleneğinde savaş eri olarak gazide bulunması gerekli on karakter sayılır: cesaret, yılmazlık , kendine güven, güçlülük ve savaşganlık, atılganlık , dayanıklılık , yerinde metanetle durma , sabırlılık , fırsatları kollama , yoldaşına vefa vasıflarıdır; bunlar Dede Korkut, Danişmendname gibi Türk destanlarında kahramanların vasıflandırılmasında belirlenmiştir.

Osmanlı toplumunda her sınıftan dindar halk, gazayı ciddiyetle benimsemektedir.Bursa’da Hoca İbrahim adlı bir zengin 1476 yılında Fatih Sultan Mehmed’in Macarlara karşı seferinde ‘’ ol gazanın savabında ben dahi bile olayın ‘’ diye 20,000 akça ile 20 süvariyi ulufe ile tutmuş ve sefere göndermiştir.

II.Beyazid , Anadolu halkına gönderdiği bir fermanda, timar ve başka mükafatlar vaat ederek Tuna’da Uc Beyi Bali Bey’in Lehistan’a akınına katılmaya davet etmiştir. Osmanlı sultanları son padişaha kadar gazi ünvanını en başta tercih ettikleri bir unvan olarak kullanmışlardır.

13. yüzyılda bir yandan Haçlılara , öte yandan Maogollara karşı bir ölüm-kalım savaşı veren İslam memleketlerinde gaza ruhu , toplumları ayaklandırmakta idi.13. yüzyılda bu gaza heyecanı Memlük sultanlığında ve Anadolu’da Türkmenler arasında doruğa erişti. Haçlı ve Mogol kıskacı arasında yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan bu iki İslam memleketinde askeri rejimler hakim oldu; Mısır ve Suriye’de Kıpçak askeri bir aristokrasi, Memlükler saltanatı ele geçirirken, Anadolu’da gazi Türkmen devletleri yükseldi ve 14.yüzyıl sonlarında bu devletçiklerin tümü, Osmanlı hanedanının şemsiyesi altında birleşti.

Genel olarak gazi, ahret için sevap kazanma amacı ile savaşan Müslüman olarak tanımlanır. Burada gazanın dini-İslami niteliği üzerinde durulmuştur; gazi için kitalde elde edilen ganimet, dini bir mükafattır. Osmanlı menakibnamelerinde gaza ve ganimetin ( doyum ) kusallığı, helal niteliği özellikle belirtilir. Hıristiyan Batı’da yazılan eserlerde, gaza ; kital ve yağmayı meşru göstermeye yarayan bir araç olarak algılanmakta, böylece belli bir toplum için onun özel anlam ve fonksiyonu gözardı edilmektedir.

İslam prensiplerine göre genellikle gaza, farz-i kifayedir, yani ancak bazı koşullar yerine getirildiği taktirde yapılması gereken bir dini ödevdir.Fakat İslam ülkesi hayati bir tehlike altına düşerse , gaza , emirü’l-mü’minin tarafından farz-ı ayn ilan olunabilir.