30 Nisan 2018 Pazartesi

Kağıt Üzerinde Yaşamak



1940 baharında Naziler kuzeyden Fransa’ya girdiğinde Yahudi nüfusu ülkeyi güneyden terk etmeye başladı ama sınırı geçmek için İspanya ve Portekiz vizesine ihtiyaçları vardı. Hayatlarını kurtaracak kağıt parçasının peşinde çaresizce koşuşturan on binlerce Yahudi, diğer göçmenlerle beraber Bordeaux’daki Portekiz Konsolosluğunu kuşattı. Portekiz hükümeti Fransa’daki görevlilerine, Dışişleri Bakanlığından onaylanmamış başvurulara vize vermelerini yasaklasa da, Konsolos Aristides de Sousa Mendes otuz yıllık kariyerini çöpe atarak bu karara itaat etmeyi reddetti. Nazi tankları Bordeaux sınırına yaklaşırken Sousa Mendes ve ekibi zamana karşı, gece gündüz demeden, neredeyse uyumadan çalıştı; Sousa Mendes yorgunluktan bayılmadan önce binlerce vize hazırlamıştı.

Bu göçmenlerden herhangi birini kabul etmeye pek de gönlü olmayan Portekiz hükümeti, itaatsiz konsolosu dışişlerinden ihraç etti ve eve dönüş yolunda kendisine eşlik etmesi için muhafız bile yolladı. İnsanların sözlerine itibar etmeyen yetkililer, belgelere derin bir saygı duyar. Sousa Mendes’in emirlere karşı gelerek verdiği vizeler Fransız, İspanyol ve Portekiz bürokratların hepsi tarafından kabul edildi ve 30 bine yakın insan Nazilerin ölüm kamplarından kurtarıldı. Yalnızca plastik bir mühür kuşanmış Sousa Mendes, soykırım boyunca tek başına girişilmiş en büyük kurtarma operasyonunu başarıyla tamamladı.



Görsel 21: Sousa Mendesin Haziran 1940'ta onayladığı, hayat kurtaran binlerce vizeden biri.


Görsel 22: Aristides de Sousa Mendes, plastik mühürlü melek.

28 Nisan 2018 Cumartesi

Akıllı At



Akıllı At


2010’da biliminsanları alışılagelmedik bir dizi dokunaklı fare deneyi yürütür. Bir fareyi küçük bir kafese kapatıp kafesi daha geniş bir hücreye yerleştirir ve başka bir farenin hücrede serbestçe dolaşmasına izin verirler. Kafesteki farenin sıkıntı uyaranları yaymaya başlaması özgür farenin de kaygı ve gerginlik belirtileri göstermesine neden olur. Serbest fare pek çok kez tutsak dostunu kurtarmaya çalışır ve birkaç denemeden sonra kafesi açıp tutsağı özgür bırakmayı başarır. Araştırmacılar aynı deneyi, hücreye bir parça çikolata bırakıp tekrarlarlar, özgür fare artık tutsağı kurtarmak ya da çikolatanın keyfini tek başına sürmek arasında seçim yapmalıdır. Birçok fare önce dostunu kurtarmayı sonra çikolatayı paylaşmayı tercih eder (tabii az sayıda farenin sanki bazı farelerin daha kötü huylu olduğunu bizlere göstermek ister gibi, bencil davrandığı da olur).

Şüpheciler sonuçları görmezden gelerek özgür farenin empati kurmak yerine sadece kaygı ve gerginlik belirtilerini ortadan kaldırabilmek için tutsak fareyi kurtardığını öne sürerler. Huzursuzluk hisseden farelerin bu duygudan kurtulmaktan başka emelleri yoktur. Belki de... Peki aynı şey insanlar için de geçerli midir? Dilenciye para verdiğimde, onu görmenin bende yarattığı huzursuz hislerle hareket etmiyor muyum? Aslında dilenciyi mi düşünüyorum, yoksa birazcık vicdanımı rahatlatarak kendimi daha iyi hissetmenin mi peşindeyim?16

Özümüzde fareler, köpekler, yunuslar ya da şempanzelerden farklı değiliz. Onlar gibi bizim de ruhumuz yok. Bizim gibi onların da bilinci ve karmaşık bir duyu ve duygu dünyası var. Her hayvanın kendine has özellik ve yeteneği, insanların da farklı farklı kabiliyetleri var. Hayvanların sadece daha tüylü hâllerimiz olduğunu hayal ederek onları gereksiz yere insansılaştıramayız. Bu yanlış bir yaklaşım olmanın ötesinde, hayvanları anlamamızın ve onlara kendi şartlarında gereken değeri vermemizin de önüne geçer.

1900’lerin başında Almanya’da Akıllı Hans adında ünlü bir at vardır. Almanya’yı baştan aşağı dolaşan Hans, gittiği yerlerde Alman diline olan hayret verici yeteneğini ve daha da ilginci, matematik zekasını sergilen “Hans, üç kere dört kaçtır?” diye sorulduğunda toynağını on iki kere vurun Yazılı bir mesajla, “Yirmiden on bir çıkarsa kaç kalır?” diye sorulduğunda takdire şayan bir Prusya dikkatiyle tam dokuz kere tıklar.

1904’te Alman eğitim kurulu, bir psikolog başkanlığında bilimsel bir komisyon görevlendirip durumun araştırılmasını isten Bir sirk müdürü ve veterinerin de aralarında bulunduğu on üç kişilik komisyon tüm bu yeteneklerin uydurma olduğundan emindir; ancak ellerinden geleni yaptıkları hâlde bir dalavere ya da sahtekarlık izine rastlayamazlar. Hans sahibinden ayrılıp kendisine soru soran yabancılarla tamamen yalnız bırakıldığında bile soruların çoğunu doğru yanıtlar.


1907’de yeni bir araştırmaya girişen psikolog Oskar Pfungst sonunda gerçeği ortaya çıkarır. Meğerse Hans muhataplarının beden dilini ve yüz ifadelerini dikkatle gözlemleyerek doğru cevapları buluyordun Hans üç kere dördün kaç olduğu sorulduğunda geçmişteki deneyimlerinden yola çıkarak, insanların ondan toynaklarını belirli bir sayıda vurmasını beklediğini bilir. Tık tık toynaklarını vururken bir yandan dikkatle insanları incelemeye devam eder. Doğru sayıya yaklaştıkça insanlar daha da gerilir, doğru cevabı verdiğindeyse gerilim zirveye ulaşır. Hans da insanların davranışlarından ve ifadelerinden bu gerilimi okumayı öğrenir. Tıklamayı bırakınca gerilimin yerini hayranlık ve kahkahalara bırakmasını izler; böylelikle doğru yaptığından emin olur.

Hayvanları insansılaştırma eğilimindeki insanların sık sık hataya düşerek hayvanlara sahip olduklarından daha harikulade yetenekler bahşetmesinin en iyi örneği Akıllı Hans’tır. Ne var ki asıl dersimiz bu değil; tam aksine Hans’ın hikayesi, hayvanları insansılaştırarak diğer canlıların özgün yeteneklerini ve hayvan bilişini küçümsediğimizin somut bir göstergesidir. Söz konusu matematikse Hans bir dâhi olmayabilir Sekiz yaşındaki herhangi bir çocuk çok daha iyisini yapabilir Ancak beden dilinden duygu ve niyetleri okuyabilmekte Hans sınır tanımayan bir yetenektir Kendi dilinde bana üç kere dört kaç diye soran bir Çinli’nin duruşundan ve bakışlarından ayağımı yere vurarak doğru cevabı bulmama imkan yok. Akıllı Hans atlar beden diliyle anlaştığı için bu yeteneğe sahiptir. Hans’ı inanılmaz yapansa bunu sadece diğer atların değil yabancı insanların duygu ve niyetlerini çözmek için de kullanabilmesidir.

Peki hayvanlar bu kadar akıllıysa neden atlar insanları arabaya koşmuyor, fareler üzerimizde deneyler yürütüp yunuslar çemberlerden atlamamızı istemiyor? Homo sapiens'in tüm diğer hayvanlara hükmetmesini sağlayan bir ayrıcalığa sahip olduğu şüphesiz. Homo sapiens’in hayvanlardan bambaşka bir düzlemde var olduğuna dair şişirilmiş gerçekleri ve insanların ruh ya da bilinç gibi eşsiz bir öze sahip olduğu iddialarını geride bıraktığımıza göre, gerçekliğe geri dönüp bizi bir adım öteye taşıyan fiziksel ve zihinsel özelliklerimizi inceleyebiliriz.

Pek çok araştırma insanlığın ilerlemesinde alet yapabilme becerisi ve zekanın özellikle önemli olduğunu gösteriyor Diğer hayvanların da bazı aletler yapabilmesine karşılık insanların bu alanda açık ara daha başarılı olduğuna şüphe yok. Fakat mesele zekaya gelince sınırlan çizmek zorlaşır; zekayı tanımlamak ve ölçmek için çalışan koca bir sektöre rağmen bu konuda henüz bir fikir birliği sağlanmış değil. Neyse ki zekanın mayın tarlasında dolaşmak zorunda değiliz; ne zeka ne de alet yapabilme becerisi dünyayı fetheden Sapiens’in başarısını tek başına açıklayamaz. Sık başvurulan zeka tanımlarına bakılırsa insanlar bir milyon yıl kadar önce de yeryüzündeki en zeki canlılardı, alet yapabilme becerisinde ellerine su dökebilen yoktu; ne var ki çevredeki ekosisteme etki edemeyen önemsiz canlılardı. Zeka ve alet yapmak dışında olmazsa olmaz bir özellikleri yoktu.

Homo Deus Harari Alıntılar


Belki de yaşambilimlerinin meseleye yaklaşımında sorun vardır. Yaşambilimlerinin temel varsayımı, yaşamın veri işlemekten ibaret ve tüm organizmaların da hesap yapıp kararlar veren makineler olduğu yönündedir Ancak organizmalar ve algoritmalar arasındaki bu benzetmenin bizi yanlış yönlendirme ihtimali yüksektir. 19. yüzyılda biliminsanları beyni ve zihni buhar makinesine benzetirdi. Buhar makinesini seçtiler çünkü dönemin en ileri teknolojisi olan bu makineler trenleri, gemileri ve fabrikaları çalıştırıyordu; hayatı açıklamaya çalışanlar da beynin benzer ilkelere göre çalıştığını varsayıyordu. Zihin ve beden, basınç yaratıp tahliye ederek hareket ve iş üreten borular silindirler, vanalar ve pistonlar gibi algılanıyordu. Freudcu psikoloji üzerinde bile derin etkileri olan bu bakış açısı nedeniyle psikoloji jargonu bugün hâlâ makine mühendisliği kavramlarıyla doludur.

Şu Freudcu tezi inceleyelim: “Ordular saldırganlığı körüklemek için cinsel dürtüden yararlanır. Ordu cinsel dürtüleri tavan yapmış genç erkekleri toplar. Askerlerin cinsel ilişkiye girerek tüm o basıncı azaltma fırsatlarını sınırlayarak gerilimin içlerinde birikmesine neden olur. Daha sonra bu birikmiş basıncı yeniden yönlendirir ve bu basıncın askeri saldırganlık olarak dışavurumunu sağlar." Buhar makineleri de tam olarak bu yöntemle çalışır. Buharı kapalı bir kazana hapsedersiniz. Buhar gittikçe daha çok basınç biriktirir ve vanayı açıp basıncı önceden belirlenmiş bir yönde tahliye ettiğinizde amacınıza ulaşmış olursunuz. Bu benzetme sadece ordular için geçerli değildir, gündelik hayatta pek çok sebeple içimizin sıkıştığından ve biraz “deşarj olmazsak" patlayacağımızdan bahsederiz.

21. yüzyılda insan psikolojisini buhar makineleriyle karşılaştırmak epey çocukça kaçar. Bugün çok daha karmaşık ve gelişmiş teknolojilere sahibiz, dolayısıyla insan psikolojisini basıncı düzenleyen bir buhar makinesi yerine veri işleyen bir bilgisayar olarak açıklıyoruz. Ne var ki bu analoji de zaman içinde bir önceki kadar naif kalabilir. Sonuçta bilgisayarların zihni yok. Yazılım hataları karşısında kahrolmuyor ya da baskıcı rejimler tüm ülkedeki web ağına müdahale ettiğinde, erişime kapatılan internetin canı yanmıyor: O hâlde neden bilgisayarları zihni anlamak için bir model olarak alıyoruz ?

27 Nisan 2018 Cuma

Kutuplaştır Kitleselleştir ve Yönet



Günümüzde devletin tam anlamıyla toplumlar üzerinde etkisinin orta seviyede olduğu toplumları diğer devletler genellikle kutuplaştırmıştır.İnsanlara yeni gerçekler ya da gizli gerçekler verme vaadi ile kandıran ve gerçek bilgiyi dezenforme eden devletler toplumları kutuplaştırmakta,kitleselleştirmekte ve en sonunda da yönetmektedir.

Artık günümüzde devletlerin hükmettiği coğrafik alanların sınırlarının geniş olması önemli değildir.Bu coğrafik alanların verimli olması, konumunun değerli olması önemlidir.Bu yüzdendir ki siz eğer bu devletlerin içerisinde yaşayan toplumları yönetebilirseniz.Bir nevi kriz ve kaos ortamlarında o ülkeyi siz yönetmiş olursunuz.

Kutuplaştır kitleselleştir ve yönet bu adımları izlerken yıllar alan süreçler önümüze çıkabilir.Ülkemizden ele alır isek eğer ülkemizde o kadar çok kutuplaşma yoktur aslında.Ancak bir noktadan sonra herkes kutuplaşmış ve dengeler korunmuştur.Yani büyük kutuplar parçalanmış küçük kutupçuklar oluşturmuşlardır.Kitselleşme evresinde ise bu kutupların hepsi kitleselleşememiştir.

Sağ ve Solun birbirileri ile çatışmada olduğu dönemdelerin dışında sağ ve sol ideolojiler kendi içerisinde çok farklı fraksiyonlara ve örgütlere ayrılmıştır.Bu ayrılık hem fiziki hem de fikri olarak ortadadır.Ülkemizin toplumu üzerinde oluşan bu parçalama hamlesi her kesimin kendi zihniyetini oluşturma ve taraftar bulma çabası ile taçlanmıştır.Bu süreç sonucunda her sistemi ve olayı ele alış biçimleri belli bir kalıp içerisinde oluşmuştur.Bireylerin bireysel olarak düşünmelerinin önü tıkanmıştır.

Bireysel düşünme bireyin kendi sorgulaması ile bireyde mevcut veriyi kontrol ile gerçekleşen bir süreç olarak tanımlanabilir.Bireysel düşünme sonucunda kalıp fikirlerin dışına çıkan bireyler toplum tarafından çok fazla sevilmemeye başlar.Özellikle ideolojiler ve zihniyetler ile ayrımlar yaşayan ve bu ayrımlara bağlı gelenekçi toplumlar tam anlamıyla bir kalıp fikir ve zihniyet ile her türlü konuyu ele almaktadır.Bireyin bilgi ile olan ilişkisi bilgiyi sorguladığı ele aldığı ve bilginin gerçekliğe olan yakınlığını kavradığı zaman değer kazanır.Ancak bizim gibi toplumlarda ise bilgi sadece ama sadece mensup olduğumuz toplum,zihniyet ve örgüte göre dezenforme olarak bize ulaşır.Psikolojik olarak bu konuyu ele aldığımızda insan toplum ve çevre ile ilişkide olan bir varlık olduğu için mensup olduğu zihniyetin söylediklerini sorgusuz sualsiz kabul eder ve biat eder.Bu bireyselleşme ve bilginin sorgulanması aşamalarının hiçe sayılması ve tam anlamıyla biat edilmesi kültürüne yol açar.

Anadolu kültürü özellikle bu konuda gerçekten tam anlamıyla incelenmeli ve bu konunun akademik seviyede bir anlatım ile anlatılması ve araştırılması gereklidir.Bu kültürü oluşturan ortak paydalar ve bu kültürü oluşturan bu kadar çok kültürün nasıl bir araya geldiği ve geçirdiği zorlu süreçler aslında insanların birey olarak topluma ihtiyaçlarının olduğunun en büyük göstergesidir.Nasıl bir toplum olduğu önemli değildir…

Salih Yücel Gür 

23 Nisan 2018 Pazartesi

Bireysel Çıkarcılığımız


Bireysel Çıkarcılığımız


Bireysel çıkarcılığımız ile yüzleşmediğimiz her an itibari ile ideolojilerimizin ve ideallerimizin ne olduğunun hiç bir önemi yoktur.İnsanın hayatta kalabilmesi ve rahat bir yaşam sürebilmesi için ekonomik olarak belli bir seviyede kazanç sağlaması elbettte gereklidir.Ancak bunun da üstünde bir kazanç elde etmeye çalışan bireylerin kazandıklarını kazanması için sağlıklarından oldukları daha sonrasında ise yine sağlıklarını kazanmaları için paralarını harcadıkları görülmektedir.


Bu döngüyü erkenden fark eden ve algılayan bireylerden oluşan toplumlar hayatın tadını çıkartmak için belli bir miktarda ekonomik gelir seviyesini kabul etmiş ancak kazandıkları paranın biriminin değerli hale getirilmesi için baskı uygulamıştır.Bu baskı elbette topluma ve toplumu yöneten ve yönlendiren devlete karşıdır.Ancak buradaki baskı konusu da toplumumuzda ne yazık ki yanlış anlaşılmış diğer bir konudur.Baskının pozitif bir türünü algılayamamış olan bireylerimizin baskıyı büyüklük ve makam, mevki kullanmak olarak algılaması gayet normaldir.


Toplumumuzda ne yazık ki baskı zaten normal bir şekilde algılanmadığı için, devlete millet tarafından yapılan baskı da elbette hemen negatif bir yönde olmaktadır.Bu negatiflik yüzünden kurumlar ve kurumlar içerisinde çalışanlar ile toplum arasındaki soğukluk büyük bir önem kazanmıştır.Toplumda zaten sınıfların belli bir düzeyde hissedilmesi, bu sınıfların ekonomik sosyal ve kültürel farklılıklar ile ayrılması hangi konuda olur ise olsun bireyin eğitimini etkilemektedir.Eğitimin dahi dezenforme olduğu ve anlamının anlaşılamadığı toplumumuzda, bireylerin eğitiminin ekonomik kazanç sağlaması için okuldan okula savrulması olarak algılayan toplumun, bireyin her konuda eğitim alması gerektiğinin farkında olmaması ise çok büyük bir kayıptır.


Eğitimin sadece okullar ile sınırlı kalmaması bireyin hayattan zevk alabilmesi için kendisini geliştirmesi için kendi çabası ile okuması araştırma yapması ve bunları hobi haline getirmesi kendisini geliştirmesi ile beraber sosyal çevresindeki insanları da aydınlatmasına yol açacaktır.Elbette biliyoruz ki bireyler toplum için ya da diğer insanlar için kolay kolay bir şey yapmaz.Toplum için kitap okuduğunu iddia eden bir birey bana göre en başta zaten yalan söylüyordur.İnsan kendi açlığı için çalışır kendi açlığı için okur.Bir dönem toplumumuzda bu tür insanları görmekteydik, ancak ben toplum için okuduğunu ve toplumu aydınlatmak için çalıştığını söyleyen bireylere inanmamaktayım


İnsan önce kendisini tanır ve kendisini geliştirir daha sonrasında ise sosyal çevresini ve arkadaşlarını düzenler bilgilendirir.Ancak tabi ki burada kime neyi anlattığımız da önemlidir.Karşımızdaki insan eğer anlamamak üzerine kurulu ise bizim anlatmamız çok da önemli değildir

Salih Yücel GÜR

21 Nisan 2018 Cumartesi

Şahsiyet dizisi



Toplum tarafından çoğunluğun adalet olarak algılandığını anlatmaya çalışan Şahsiyet dizisi.Toplumun aslında adalet olarak algıladığı kavramın çoğunluğun istediği olarak algılamasını açıklamak üzerine çekilmiş bir dizi.


Bir evin ve içerisindeki insanların çevresindeki diğer insanlar tarafından saldırıya uğraması ve içerisindeki insanların ölümle sonuçlanan bir olayın çevrede yaşayanların çoğunun çıkarına kullanılması,toplumumuzdaki bireysel çıkarcılığın göstergesidir aslında...


Toplumumuzdaki bireysel çıkarcılık sebebi ile toplumsal problemlerimizi çözemediğimizi daha önceden yazılarımı okuyan arkadaşlar zaten biliyorlar.


Adalet kavramını ancak bu kadar saçma bir şekilde algıyalan toplumun ne kadar adaletli olabileceği ise adalet kavramını yine nasıl eleştirdiği ve nasıl ele aldığı ile önemlidir.Bu yüzden başkalarını ve diğer sistemleri durmadan suçlayan toplum, asıl gerçek sorumlu bireyleri hiç bir zaman algılayamayacaktır.


Adalet kavramını Agah bey’in yeniden gerçekten algılaması, sistemin içerisinde olan bir birey olarak asıl önemli olanın asıl suçluların ortaya çıkması ile ilgilidir.Agah bey’in işlediği bütün cinayetler ise bu sır perdesi ile ilgili bir ortak noktaya varmaktadır.Öldürülen bir aile ve yanan bir ev ardından bundan çıkar sağlayan bireysel çıkarcı bireyler ve bu olayın üstünü örten kokuşmuş bireyler…

Salih Yücel GÜR 

13 Nisan 2018 Cuma

İttihat ve Terakki


Bugün aynı hataların ve sloganların içerisine sıkışan topluluklar ya da önderler bizi asıl aydınlatacak ve problemlerimizin temellerinde olan kişi ya da örgütlerdir.

Bu örgütlerden bir tanesi İttihat ve Terakki örgütüdür.Bir örgüt olarak parça parça doğan bu yapı bir dizi isim değişikliğinden sonra İttihat ve Terakki ismini almıştır.

Ancak bugün bu konuyu dahi sulandıran akademisyenlerin görüşleri sayesinde konunun özüne inilmemiş.Bu oluşumun Türkiye'nin siyasi partilerinin temeli olduğu algılanamamıştır.

Hangi ideolojiyi ya da hangi ideolojinin fraksiyonunu ararsanız arayın bu yapı içerisinde bulabilirsiniz.Asıl önemli olan konu ise budur.Bu kadar farklı ideolojileri içerisinde barındırabilen bir örgüt ne olmuştu da dağılmıştı.Elbette içeriden kaynaması mevcut idi bu örgütün.Ancak diğer yandan bu kaynamayı avantaja çevirenler de olmadığı değil.

İttihat ve Terakki gibi bir oluşuma bir yapıya bir partiye sadece ama sadece efendim bunlar masondur yahut sabetayisttir diyerek bakmak cahilliğin en büyük göstergesidir.Bunu hangi akademisyen yapıyor ise yapsın cehaleti ile yaşamaya alışmalıdır.

İttihat ve Terakki o kadar iyi yapılanmış iyi örgütlenmiş bir örgüttür ki bu kadar çok birimi olan bu kadar çok destekçisi olan bir parti geçmişten günümüze kadar olan süreç içerisinde dahi ortaya çıkmamıştır.Ayrıca o dönemdeki bu yapıya olan ideolojik inanç ise çok büyük ve sağlam bir inançdır.

İttihatçılıktan çıkmak gibi bir olay yoktur.Bugün Cumhuriyetimizin Cumhurbaşkanı olmuş isimleri dahi İttihat ve Terakki içerisinden çıkmıştır bir döneme kadar.Ancak biz İttihat ve Terakki'yi her şeyi ele alır iken önce ideolojimize göre ele aldığımız için bu yapıyı da ideolojimiz üzerinden ele almaktayız ve anlamamaktayız.

Bugün sosyolojinin babaları arasında sayılan isimlerden olan Auguste Comte isimli düşünürü dahi örnek alan bireylere sahip olan bir örgüttür İttihat ve Terakki.Konunun mühim olduğunu dahi toplumumuza anlatamadığımız için ideolojik rüyalar içerisinde boğulmamız gayet afakidir...

Salih Yücel GÜR 


10 Nisan 2018 Salı

İktisada Giriş II Ders Notları


İktisada Giriş 2 Ders Notları

Makro ve mikro ekonomi olarak ikiye ayrılır.

Stagflasyon: Ekonomide durgunluk anlamına gelir.

Enflasyon: Ekonomide şişme anlamına gelir.

Deflasyon: Ekonomide zayıflama anlamına gelir.
Üretim faktörlerinin miktarlarının artması ekonomik büyümenin temel kaynaklarından biridir.

Makro İktisadın Doğuşu ve Keynes

1-) Bir sosyal bilim olarak iktisadın ortaya çıkışı
2-) Klasik İktisatçılar
3-) Görünmeyen El
4-) Tam İstihdam
5-) Denge
6-) Büyük Bunalım
7-) John Maynard Keynes

Marko Ekonomi Döngüsü

1-) Devlet
2-) Dış Alem
3-) Firmalar
4-) Hane Halkı

Ulusal Gelir ve Refahın Ölçümü

Gaysi Safi Milli Hasıla ( GSMH ): Bir ülkenin üretim faktörleri ile o ülke sınırları içerisinde ve dışarısında belirli bir dönemde üretilen nihai mal ve hizmetlerin piyasa değerleridir.

Gaysi Safi Yurtiçi Hasıla: Bir ülkenin sınırları içerisinde belirli bir dönemde üretilen tamamlanmış mal ve hizmetlerin piyasa değerlerine denir.( 1 yıl ya da 3 ay için ölçülür )

[ GSMH = GSYH + NFG ( Net Faktör Gelirleri ) ]

1-) Piyasa Değeri
2-) Tamamlanmış ( nihai ) mal ve hizmetler
3-) Hesap döneminde üretilen mal ve hizmletler
4-) Bir ülkenin sınırları içerisinde üretilen mal ve hizmetler
5-) Belirli bir zaman periyodu ( Gayri Safi Yurtiçi Hasıla Unsurları )
GSYH Hesaplama Metodları

Üretim Yönetimi: GSYH’nın üretim ile hesaplanmasında ekonomik birimler tarafından yaratılan katma değerler toplamıdır.

Katma Değer: Bir malın piyasa değerleri ile bu malın üretim sürecinde kullanılan girdilerinin değeri arasındaki  farka katma değer denir.


İşletme Fonksiyonları Ders Notları



Çıktı girdi oranları verimliğin bize göstergesidir.Planlama işletmenin hedeflerini belirler.Yönetimin ilk fonksiyonu planlamadır.
Yönetim sadece insanlar için en az iki birey ile olmaktadır.Yönetim hem bilim hem de sanattır.
Planlama:Geleceğe yönelik faaliyetlerin öngörülmesi işidir.
Örgütleme:İşlerin kimler tarafından yapılacağının yetki sorumluluk düzeyinin ve hangi fiziksel ortamda gerçekleştirileceğini belirlenmesidir.
Yönetim biliminin gelişimi klasik,neoklasik,modern yönetim yaklaşımları olarak üçe ayrılır.Yönetim uygulamlarında maaliyet azalır kazanç artar.
Yöneltme = Sistemi faaliyete geçirme işidir.
Koordinasyon = Faaliyetlerin birbirini izlemesini tamamlamasını ve bütünlemesini sağlamak.
Denetim = Belli bir dönem için beklenen sonuçlar ile elde edilen sonuçların karşılaştırılması.
Yönetim eldeki kaynakları verimli,etkin,iktisadi kullanarak önceden belirlenmiş amaçlara ulaşma olarak tanımlanabilir.
Profesyönel Yönetici ve Girişimci
Girişimciyi yöneticiden ayıran üç temel unsur;
1-) Girişimci kar veya zarar etme riskini üstlenir.
2-) Üretim faktörlerini bulur tüketicilerin mal veya hizmet ihtiyaçlarını karşılamaya yöneltir.
3-) Yönetici ise işletmenin amaçlarını gerçekleştirmek için girişimciye karşı sorumluluk üstlenen kişidir.
Günümüzdeki Yönetim Bilimi Yaklaşımları
* Kaynak bağımlılığı yaklaşımı
* Örgütsel Strateji Yaklaşımı
* Vekalet Yaklaşımı
* İşlem Maliyeti Yaklaşımı
* Kurumsallık Yaklaşımı
* Örgütsel Ekolojik Yaklaşımı
Kurumsal Performansı Arttırmak İçin Düşünülen Yönetim Uygulamaları
                Toplam Kalite Yönetimi = Kalite arttırılması için olan uygulamadır.
                Altı Sigma = Müşteri beklentileri,teknolojik değişmeler için olan uygulamalar
                Dengeli Ölçüm Kartı = Karlılık,yatırım,büyüme amaçlarını anlamak.
                Kıyaslama = En iyi iş süreçlerinin arandığı yönetim uygulamasıdır.
                Temel Yetenekler = Örgütün bilgi,beceri ve yeteneklerini ifade eder.
                Dış Kaynak Kullanımı = Dış kaynaklardan yararlanma
                Küçülme-Kademe Azaltma ve Doğru Ölçeği Bulma
                Personeli Güçlendirme = Çalışanların kendi başına insiyatif alma becerilerinin kazandırılması.
                Değişim Mühendisliği = Süreçlerin yeniden tasarlanması ve gerekir ise değiştirilmesi.
                Yalın Organizasyonlar = Örgüt yapısı yalınlaştırma,maliyet minimizasyonu.
                Stratejik Ortaklıklar = İki ya da daha fazla işletmenin işbirliği yapmaları.
                Kurumsal Sosyal Sorumluluklar = Toplumsal sorunlar ile ilgilenilmesi uygulamasıdır.
                Sürdürülebilirlik = Her alanda sürdürülebilir bir uygulama ortaya koymak.
               
                Bu yönetim uygulamalarının ortak özelliği maliyet minimizasyonu ve gelir maksimizasyonu doğrultusunda kurumsal performansın yükseltilmesidir.
                Sanal Organizasyon = Bazı bölümlerin sanallaşması ile ortaya çıkar.
                Şebeke Organizasyon = Üretim,pazarlama,satış,dağıtım gibi faaliyetlerin başka işletmeler tarafından gerçekleştirildiği merkezi bir işletmedir.
                Örgüt Yapısı ve Yönetim Bilimi Açılımları
                Örgüt Yapısının Temel Unsurları
                Yatay Farklılaşma = Denetim faaliyetlerini kolaylaştırmak için yapılan farklılaşma türü.
                Dikey Farklılaşma = Hiyerarşi düzeni.
                Merkezileşme ve merkezileşmeme = Üst düzey yöneticiler ile alt düzey yöneticiler
                Biçimselleşme ve biçimselleşmeme = Davranış standartları
                Örgüt kültürü = Örgütün yaşam biçimi ve çevresi tarafından algılanan kimliğidir.Bir örgütün üyeleri tarafından paylaşılan ve onların davranışlarını yönlendiren değerler,normlar,varsayımlar ve inançlar bütünüdür.
                Yönetim Bilimi Açılımları
                Stratejik Yönetim = Üretim,pazarlama,ar-ge kararlarının almak.
                Örgütsel Davranış = Çalışanların davranışlarının neden sonuçlarıdır.
                İnsan Kaynakları Yönetimi = İşe uygun çalışanları iş gücü piyasasından seçer.

Satış Teknikleri Ders Notları

Satış Teknikleri Ders Notları

Konaklama işletmeleri yaşamlarını sürdürebilmek için satış faaliyetlerinde başarılı olmak zorundadır.

1-) Pazarlamada Satışın Yeri ve Önemi

İşletmelerin gelir üreten başlıca faaliyetleri pazarlama ve satış faaliyetleridir.Artık işletmeler için rekabet amaç haline gelmektedir.
Pazarlama ve satış faaliyetleri sonucunda işletmeler sadece gelir elde etmezler, aynı zamanda gerçek müşterileri ile gerekse dış dünyanın diğer unsurlarıyla ilişkileri geliştirerek bu pazarlarda uzun dönemli konularını da belirlerler.

Pazarlama: Pazarlama kavramı yalnızca işletmeler için değil,toplumun çeşitli kurum ve unsurlarının gerçekleştirdiği geniş kapsamlı bir işlemler ve eylemler bütünüdür.

2-) Pazarlama ve Satış İlişkisi

a-) Müşteri Memnuniyeti
b-) Ürün ve hizmetlerin sunumu
c-) Toplumsal Fayda
d-) Toplumsal Sorumluluk

Değer kavramı: Müşterilerin yaptıkları alışveriş ve satın aldıkları ürün ya da hizmetlerle ilgili fayda,maliyet karşılaştırılmalarını içerir.

Pazarlanmada ürün ve hizmetlerin algılanan değerini oluşturmak üzere;

a-) İşlevsel Fayda
b-) Deneyimsel Fayda
c-) Sembolik Fayda

Olmak üzere en az 3 fayda türünden ve bunların her birinin çok çeşitli örneklerinden söz edilebilir.

4P Kanunu

* Product = Ürün
* Promotion = Tanıtım
* Price = Fiyat
* Place = Yer,Mekan



Niş Pazar: Çok dar bir tüketici grubunun istek ve gereksinimlerine göre bölümlenmiş pazarlardır.Büyük işletmelerin girmek istemediği ya da göremediği özel Pazar bölümleri sınırlı tüketicisi olan bir yapıya sahiptir.


Satışçılık Mesleği: Müşterinin yarar elde edebileceği bir ürünün satın almaya motive edildiğibir ikna sanatıdır.
Satış elemanı satış yapar pazarlamacı ise ürünün tasarlar,saha çalışmasının belirler.

Pazarlama Düşüncesinin Gelişimi

* Üretim Yaklaşımı
* Ürün Yaklaşımı
* Satış Yaklaşımı
* Pazarlama Yaklaşımı

9 Nisan 2018 Pazartesi

Homo Deus / Bilgi Çelişkisi

21. yüzyılda insanlığın ölümsüzlüğe, mutluluğa ve tanrısallığa ulaşmayı amaçladığını öngörmek bazı insanları kızdırabilir, uzaklaştırabilir ya da korkutabilir; bu nedenle birkaç noktayı açıklığa kavuşturmak gerekiyor.

Öncelikle bu iddialı girişimler, 21. yüzyılda bireylerin edimi olarak değil insanların kolektif eylemi olarak hayata geçecek. Birçok insan bu projelerde rol alsa bile her birinin oynadığı rol çok küçük olacak. Kıtlık, salgın ve savaşlar azalsa da elitler sonsuz gençlik ve ilahi güçler peşinde koşarken, gelişmekte olan ülkelerde ve köhne mahallelerde milyarlarca insan yoksulluk, hastalık ve şiddetle mücadele etmeye devam edecek. Bu açıkça haksızlık gibi görünüyor Tek bir çocuk bile sağlıksız beslenmeden ölmeye, tek bir yetişkin bile uyuşturucu savaşlarında öldürülmeye devam ettiği sürece, insanlığın tüm gücüyle bu yaraları sarmaya çalışması gerektiği iddia edilebilir. Ne zaman son savaş baltası toprağa gömülür, o zaman yönümüzü bir sonraki büyük hedefe çevirebiliriz. Ancak tarih böyle ilerlemez. Saraylarda yaşayanların planları, barakadakilerle hiçbir zaman birbirini tutmadı ve bu durum 21. yüzyılda da değişecek gibi görünmüyor.

İkinci olarak bu tarihsel bir öngörü, siyasi bir manifesto değil. Gecekondularda yaşayanların kaderini görmezden gelsek bile ölümsüzlük, mutluluk ve ilahi güç peşinde koşmamız gerektiğini o kadar kolay söyleyemeyiz. Bu projeleri benimsemek büyük bir hata olabilir. Fakat tarih çok büyük yanlışlarla doludur. Sicilimize ve günümüzün değerlerine baktığımızda, sonunda bizi yok edecek olsa da, ölümsüzlük, mutluluk ve ilahi güce ulaşmaya çalışacağız gibi görünüyor.

Üçüncü olarak, ulaşmaya çalışmak elde etmekle aynı şey değildir. Tarih çoğu zaman abartılmış umutlarla şekillenir. 20. yüzyılda Rus tarihi, çoğunlukla eşitsizliği yenmeye çalışan komünistlerin çabalarıyla şekillendi ama bu çaba başarıya ulaşamadı. Benim öngörüm, insanlığın 21. yüzyılda neye ulaşmayı deneyeceğine odaklanıyor, neyi başaracağına değil. Gelecekte ekonomi, toplum ve siyasetin ölümü yenme çabasıyla şekilleneceğini iddia etmem, 2100 yılında insanların ölümsüz olacağı anlamına gelmez.

Dördüncü ve en önemlisiyse bu öngörünün bir kehanet olmaktan çok, olası seçeneklerimizi değerlendirmek yönünde bir çaba olduğudur. Eğer bu tartışma daha farklı seçimler yapmamıza ve öngörünün boşa çıkmasına neden olacaksa, bu çok daha iyi. Hiçbir şeyi değiştiremeyeceksek öngörülerde bulunmanın ne anlamı var?

Karmaşık sistemleş mesela hava durumu gibi kompleks yapılar, bizim öngörülerimizden bihaberdir. İnsan gelişimiyse aksine bunlara tepki verir. Daha doğru tahminler, daha çok tepki doğurur. Çelişkilidir ki, daha çok veri toplayıp bunları daha iyi hesapladıkça olaylar iyice yoldan çıkarak tahmin edilmez hâle gelir. Ne kadar çok bilirsek, o kadar az öngörebiliriz. Bir gün uzmanların ekonominin en basit yasalarını çözdüğünü hayal edin. Bankalar hükümetler, yatırımcılar ve müşteriler bu yeni bilgiyi yeni yöntemlerle kullanarak rakiplerinin önüne geçmeye çalışacak. Yeni bilginin kullanımı yeni davranışlara yol açmıyorsa ne işe yarar, değil mi? Ne var ki insanlar davranışlarını değiştirirlerse ekonomik teoriler metruk ve işe yaramaz hâle gelir. Bu durumda geçmişteki ekonominin nasıl işlediğini bilsek de, bırakın geleceği, şimdi bile çarkın nasıl döndüğünü anlayamayız.

Bu farazi bir örnek değil. 19. yüzyılın ortasında Kari Marx gerçekten muhteşem ekonomik çıkarımlarda bulundu. Bu çıkarımlara dayanarak proletaryayla burjuvazi arasında gerçekleşecek ve ilk grubun galibiyetiyle sonuçlanarak kapitalist sistemin çöküşüne neden olacak, giderek şiddetlenen çatışmalar öngördü. Marx devrimin, Sanayi Devrimi’nin öncüsü İngiltere, Fransa ve ABD gibi ülkelerde başlayarak dünyaya yayılacağından oldukça emindi.

Marx kapitalistlerin de okumayı bildiğini unuttu. Başlarda sadece bir avuç takipçisi onu ciddiye alıp çalışmalarını okuyordu. Ancak bu ateşli sosyalistler taraftar ve güç kazandıkça kapitalistler alarma geçti. Onlar da Das Kapitaliinceleyerek Marksist analizlerin çıkarımlarını benimsemeye başladılar. 20. yüzyılda, sokak çocuklarından başkanlara herkes, tarih ve ekonomide Marksist yaklaşımları sahiplenmişti. Hastalığın seyrine dair Marx’ın öngörülerine şiddetle karşı çıkan iflah olmaz kapitalistler bile onun yaklaşımlarından faydalandı. 1960’larda CIA, Vietnam ve Şili’deki toplumsal yapıyı incelerken Marksist sınıf teorisinden faydalandı. Nixon ya da Thatcher dünyaya bakarken, kendilerine en önemli “üretim araçları” nelerdir diye sordular. 1989’la 1991 arasında George Bush komünizmin “Şeytan İmparatorluğumun çöküşünü izlediği hâlde, 1992’de Bill Clinton’a yenilmekten kurtulamadı. Clinton’ın başarılı kampanyasının sloganı tek bir ilkeyle özetleniyordu: “Sorun ekonomi, aptal herif” Marx bile daha iyi ifade edemezdi.

İnsanlar Marksist yaklaşımları kullanmaya başlayarak davranışlarım da buna göre şekillendirdiler. İngiltere ve Fransa gibi ülkelerdeki kapitalistler işçilerin suyuna gitmeye, milli bilinci güçlendirmeye ve işçileri siyasi sisteme dahil etmeye çalıştılar. Sonuç olarak işçiler seçimlerde oy kullandıkça, işgücü sırayla tüm ülkelerde güç kazanmaya başladı ve böylelikle kapitalistler yataklarında mışıl mışıl uyuyabildiler. Nihayetinde Marx’ın öngörüleri boşa çıkmış oldu. Komünist devrimler İngiltere, Fransa ve ABD gibi öncü endüstriyel güçleri hiçbir zaman kuşatamadı ve proletaryanın diktatörlükleri tarihin tozlu sayfalarında kayboldu.

Tarihsel bilginin çelişkisi budur. Davranışı değiştirmeyen bilgi işe yaramaz, ama davranışı çok hızlı değiştiren bilgi de hızla bağlamını yitirir. Daha çok veriye sahip oldukça tarihi daha iyi anlarız ama tarih rotasını hızla değiştirir ve bilgilerimiz de hızla miadını doldurur.

Yüzyıllar önce, insan türü yavaş yavaş bilgi biriktirebiliyor, siyaset ve ekonomi de sakin bir ritimde değişiyordu. Bugün bilgimiz aşırı bir hızla artıyor ve teoride dünyayı gitgide daha iyi anlıyoruz. Ancak aslında tam tersi gerçekleşiyor. Yeni bilgiler daha hızlı ekonomik, sosyal ve siyasi değişimlere neden oluyor; biz ne olduğunu anlama çabasıyla bilgi birikimini çoğaltıyoruz ve bu da daha büyük dalgalanmalara yol açıyor. Zamanla günümüzü anlamakta ve geleceği öngörmekte daha da zorlanır hâle geliyoruz. 1016 yılında Avrupa’nın 1050’de nasıl bir yere benzeyeceğini tahmin etmek görece daha kolaydı. Şüphesiz hanedanlıklar yıkılabilir; işgal edilebilir ya da doğal afetler olabilirdi. Ancak 1050’de Avrupa’nın hâlâ krallar ve rahipler tarafından yönetilen, çoğu sakini kıtlık, salgın ve savaşlardan perişan olmuş köylülerden oluşan bir tarım toplumu olacağı açıktı. Oysa 2016’da, 2050’de Avrupa’nın neye benzeyeceği hakkında hiçbir fikrimiz yok. Siyasi sistemin ne olacağım, işgücü piyasasının nasıl yapılandırılacağını ya da çalışanların nasıl bedenlere sahip olacağını bile söyleyemiyoruz.