24 Ekim 2018 Çarşamba

Evrenselleşen Dünyadan Bloklaşan Dünyaya Toplum




Düne kadar zihniyete göre ayrımlar yaşayan toplumumuz artık bugün bu ayrımları daha da az yaşıyor ve ciddiye alıyor.Bunun diğer nedeni ise evrensel anlamda kapitalizmin yaygınlaşmasıdır.Özellikle popüler kültür insanların tek bir kültür yaşamasına yol açmakta ve bizim gibi çok kültürlü topluluklardan oluşan ulus devletlerde kültürün bir nebze kaybolmasına yol açmaktadır.Hümanizm evrensel sorunlar sonucunda sığınabileceğiniz tek liman haline gelir mi ? bunu zaman gösterecek elbette...


Bugün ülkemizde hümanizm de dahil diğer fikirler gibi dezenforme olmuş ve hümanizmin sanki milliyetçiliğe karşı bir fikir olduğu gibi bir söylem ortaya çıkmıştır.Halbuki milliyetçiliğin bile en katı dönemlerini yaşayan toplumlar dahi hümanizmi kendi toplumlarına entegre etmesini bilmiş ve olaylara erken uyanmıştır tabiri caiz ise.


Bugün dünyamızda ilk adımı İngiltere ve ABD atmış gibi gözüküyor evrenselleşen dünyadan bloklaşan bir dünyaya doğru geriye bir adım atılacak gibi dursa da diğer yandan ekonomik olarak büyük bağların olduğu devletleri de bir kenara bırakmak istemiyor hiçbir devlet.Çünkü ekonomi devletler için toplumlarını yaşatan ve ayakta tutan bir damar ve devletin ilerleyebilmesi, ayakta kalabilmesi için temel unsur niteliğindedir.


Amerikan ekonomisinin bir andan sinyalleri vermesi ve bazı büyük şirketlerin borsadan ayrıldığını duyurması ile ABD ekonomisinin o kadar da iyiye gitmediği dünya tarafından anlaşılmaya başlandı.Ekonominin yanında toplumların diğer ihtiyaçları olan eğitim,sağlık ve özellikle bireyin bir üst seviyede uyanması ile yıldızı çok parlayan demokrasi kelimesi ve toplumların bu kelimeye anlam yüklemesi gayet ilginçtir aslında.


Cahil bir toplumun demokrasi anlayışı çoğulculuktur, ancak demokrasinin çoğulculuk ile bir alakasının olduğunu savunmak ahlaken demokrasiyi öldürmek demekdir.Kitleselleşen bireylerin demokrasi anlayışı ise ideolojilerinin temelleri ve izin verdikleri derecede demoratik bir yapı ile sınırlıdır.Bu yapı ideolojiye değer kattığı sürece demokrasi vardır değer katmıyor ise demokrasi o kadar da önemli değildir.


Diğer yandan Cumhuriyet rejimi demokratik bir yapı da değildir.Bu tür söylemler genelde sol ideoloji kaynaklı zırvalıklardan gelmektedir.Bu kadar büyük dezenformasyonların olduğu bir ülkede herkesin bir ütopyasının olması toplumdaki bireyleri fikri anlamda birbirinden uzak uçurumlara sürüklemektedir.Bu uçurumlar sonucunda toplumdaki bireyler birbirlerinin kültürlerini daha tanımadan ne istediğini dahi anlamadan bir ön yargı geliştirir karşısındaki topluma karşı.


Diğer yandan zaten ekonomik olarak gelişmemiş ülkelerde toplumlara koyulan yasalar ve yasaklar genelde baskı olarak algılanmakta ve bu yönde bir ön yargı ile hareket edilmektedir bireyler tarafından.Ekonominin geliştiği toplumlarda ise toplumun her bireyi neredeyse belli bir seviyede eğitim almış, dünyayı algılayan ve anlayan hatta yeniden anlamlandırmaya çalışan bireylere sahiptir.Bu bireyler özellikle toplum tarafından da dinlenir ve bir etki-tepki oluşur toplum ve birey arasında.


Özellikle en çok İngiltere bu konuda dikkatimi çeken ülkeler arasında yer almaktadır.Bunun sebebi ise İngiltere’nin geçmişinde ve bugüne gelmesindeki hareketliliklerini ara ara takip etmemdir.Yakın zamanda yaptığı bir açıklamada kişi başına düşen eğitim seviyesinin düşmemesi için göçmenlere kapısını kapattığını duyurmuştu İngiltere, bakın görüldüğü gibi gelişmiş toplumlar artık arkadan gelen toplumları yanlarında görmek istemiyor bu biraz da aslında doğadaki kanuna benzemektedir.Eğitim bireyler için gerçekten en önemli anahtar ve dünyaya açılan en büyük penceredir.Eğitimin iyi algılanması ve eğitimin iyi verilmesi eğiticinin de bunu algıladığı anlamlandırdığı kadardır.Bizim gibi geri kalmış toplumlarda daha eğitici sıfatını taşıyan bireyler tam anlamıyla eğitmen olmadıkları için yetişen nesillerin kopuklukları ve farklı farklı tanımlamalar ile yola çıkmaları ayrıca cehaletleri bugün gün yüzüne çıkmıştır.


İlerleyen zamanlarda evrenselleşen bir dünyanın yeniden bloklaşmaya gideceğini belki görebiliriz ancak bilim öyle bir bilgi edinme ve paylaşma süreci ki bu bloklaşmalar bile bilim ile kırılabilir ya da evrenselleşen dünyamızda evrensel sorunlara karşı yine ideolojilerimizi zihniyetlerimizi bir kenera bırakarak hümanizme sığınabiliriz.Hümanizm denildiğinde Türkiye’deki şu saçma hümanizm gelmesin aklınıza…

Salih Yücel GÜR

4 Ekim 2018 Perşembe

'' Genom '' son kısımlar...


     Son dönemde bu tür bilimsel kitapların gazeteciler tarafından çıkartılması bazı ülkelerde çok popüler olmuştur.Akademik yayın derecesine varan bu kitapların okunabilir olması ve halka inmesi tabiri caiz ise galiba yazarlarının gazeteci kesimden gelmesinden kaynaklı.

     Diğer yandan gerçekten kitabın bilgi yönünden çok iyi çalışılmış olduğu zaten yansımaktadır.Bu kitabın konusunun diğer yandan '' Gen Bencildir '' isimli kitap ile neredeyse aynı olduğunu düşünüyorum.Hatta ve hatta birbirlerini tamamladıklarını söylesem abartmış olmam herhahalde.

     Elbette bu konulara ilgisi olan amatör okuyucular için gerçekten bulunmaz nimettir aslında bu kaynaklar okunması ve okutulması dileğiyle...

5 Eylül 2018 Çarşamba

KPSS Tarih Ders Notları



İslamiyet Öncesi Türk Tarihi

Eski Türk tarihi v.b de denilebilir.
·         Türk kelimesi en çok Çin kaynaklarında geçmektedir.Bunun nedeni Türkler ile Çin’liler arasındaki coğrafi yakınlıktır.Yani Orta Asya’da komşu olmalarıdır.
·         Türkler geniş bir coğrafyada farklı kültürler ile etkileşim yaşamışlardır.

Türklerin Anayurttan Göçleri

Türklerin anayurdu Orta Asya’dır.Türk’ün göçebe bir yaşamının olması onun anayurdunun Orta Asya bölgesi olduğunu ancak tam olarak neresi olduğunun bilinmemesine yol açmıştır.

Anayurdun tam tespit edilememesinin sebepleri
1-) Türklerin göçebe olarak yaşaması
2-) Yazılı kaynaklarının olmaması


Orta Asya’dan Göç Sebepleri
·        
       Nüfus artışı ve buna bağlı olarak yaşanan sosyo-ekonomik sorunlar.
·         Boylar arasında yaşanan mücadeleler.
·         Hayvan hastalıklarının yaygınlaşması
·         Olumsuz iklim şartları ve aşırı kuraklık
·         Çin’in baskısı
·         Türklerin cihan hakimiyeti anlayışı

Sonuçları

1-) Türk kültür ve uygarlığı çok geniş bir coğrafyaya yayılmıştır.

2-) Bu yayılma,Türk tarihinin bir bütün olarak incelenmesini zorlaştırmıştır.

3-) Dünyanın farklı yerlerinde Türk devletleri kurulmuştur.

Hükümdar Ünvanları

Kağan

Han

Hakan

Yabgu

İlteber

İdikut

Tanhu

Şangü

Kül-Erkin


Hakimiyet Sembolleri
·         
        Otağ ( Çadır )
·         Nevbet ( Davul )
·         Kotuz ( Sorguç ) ( Şapka kalpak tarzında öküz kılından yapılır. )
·         Sancak
·         Ok-yay
·         Tuğ ( Mızrakların ucuna koyulan tüy )
·         Taht ( Örgin )

Eski Türklerde ülke Batı ve Doğu olmak üzere ikiye bölünmüştür.Ülke hanedanın ortak malıdır anlayışı benimsenmiştir.( Taht kavgalarının temel sebebi )

Kut inanışı Tanrı’nın hükümdara yönetme yetkisini verdiğine inanılan bir inançtır.

Kurultay ( Kengeş – Toy )
Kurultay Üyeleri
·         Kağan
·         Hatun ( Katun )
·         Hanedan Üyeleri
·         Boy Beyleri
·         Devlet adamları

Dipnot:Din adamları üyesi değildir kurultaya katılamazlar.Eski Türk devletleri laik bir sisteme sahiptir.Yıkılan Türk devletlerinin yerlerine hemen yenileri kurulmuştur, bu bize Türklerin teşkilatlanma özelliğinin olduğunun göstergesidir.

Notların hepsine ulaşmak için yandex disk link

https://yadi.sk/d/hSChGl8X-O0hXA



26 Ağustos 2018 Pazar

Kapitalizm çok kötü ama hepimiz seviyoruz...


Kapitalist sistem içerisinde yaşayıp bu sistemi eleştirebilirsiniz ancak biraz da adaletli bir şekilde eleştirmek gereklidir bir sisteme bir insan muamelesi yapmamak gereklidir.Kapitalizm sanki bir canavar ve ona yardım eden bireyler de canavar gibi gösterilmeye çalışılıyor.Bu tür insanlar kapitalizm olmasa da zaten canavardırlar. Kapitalist sistem içerisinde bir yarış barındırır bilim ile bir yarış bugün en büyük kapitalist ülkeler aynı zamanda bilimi ile ileriye gitmiş en büyük ülkelerdir.Kullandığımız bütün teknolojileri onların ülkelerindeki bireyler keşfetmiştir. Çalışmaya, okumaya, araştırmaya alışmamış bireyler ya bu kapitalizmde böyle böyle v.b diyerek eleştirmekte milli bir burjuvazi,elitler kesimi gibi kavramları yerin dibine sokmaktadır. Bizim ülkemizde eksik olan etik kavramı ile kapitalizmin karıştırılması gayet normaldir.Bugün Türkiye'de ideoloji ile insan ayıran ve dost seçen bir zihniyet mevcuk iken bu daha yeni yeni bitmiştir desek de ara ara bu zihniyetin kırıntıları hala devam etmektedir. Bir ülke kapitalist olabilir ancak o ülkenin bireylerinin etik olmadığı anlamına gelmez.Kaldı ki sözde o kapitalist ülkeler hep kötü olmasına rağmen bazı konuların erkenden farkına varmış ve tarihi eserleri v.b gibi dökümanları çalarak dahi olsa elde etmiş korumaya almıştır.Mevcut durumda sahiplerinde kalsa zaten sahibi olan topluluklarda da onları satacak bireyler çıkacaktır. Yani hariçten gazel okumaya gerek yoktur.Bilimin size sağladığı bütün yeniliklerden faydalanın sonra dönüp kapitalizm kötü bir şey, kapitalizm değil insanlar kötüdür.Etik, ahlak, iş ahlakı, toplum ahlakı olmayan ülkelerde kapitalizm elbette hep suçlu olarak algılanacaktır.Üretimin olmadığı ülkelerde ekonomi hep başka ülkelerin dalgalanmarına bağlı kalacaktır.Dönem itibari ile kapitalist üretim yapmayan şirketler büyüyemez bu şirketlerin temsil ettiği ülkelerin toplumları ise gelişemez.Yani kapitalizm temsil ettiği toplumları geliştiren ve ilerleten tek sistemdir.Bu yüzden diğer sistemler tarihe gömülmüş kapitalizm öne çıkmıştır.

Diğer yandan toplumu oluşturan bireylerin artık devletlere dahi güveni zedelenmiş bu yüzdendir ki kapitalizm gibi bir sisteme daha çok güvenmiş ve kapitalist şirketlere olan yatırımlar artmıştır toplumlar tarafından.Devletlerin kendi markaları olmadığı sürece toplumlar yatırım yapmaktan alış-veriş yapmaktan kaçınmışlardır.Toplumların devletlere olan inancının zedelenmesi ile kapitalist şirketlerin önü açılmış ve devlet niteliğinde olan uluslararası şirketler ortaya çıkmıştır.
Salih Yücel GÜR

19 Ağustos 2018 Pazar

Zaman


İnsan en çok eskisi gibi sevmeyi özlüyor galiba, eskisi kadar saf ve çıkarsız bir şekilde.İnsanın eskiye olan özlemi hiç dinmeyecek kadar derin aslında ancak insan tecrübelerini yani acılarını ortaya koyduğunda bir anda kesiliyor eskiye olan özlem.

Zaman gerçekten ama gerçekten bir testere misali geçiyor.Bu kadar çok insanın arasında yalnız kalabilmek bile bir marifet galiba.Her insan aslında yalnızdır, kendi yalnızlığımızın ve kendi kurgularımızın içerisinde mutluyuz sadece.

Ancak gerçeklik ile tanıştığımızda bütün mutluluk algılayışımız bir anda değişiyor.Gerçekler üzerinde kurulu bir dünya ortaya koymaya çalışıyoruz ancak bu da kendi gerçeklerimiz ve kendi penceremizin ne kadar geniş anlamlı ve kaliteli olduğuna göre değişkenlik gösteriyor.

Zamanla hayat denilen yolculuğun aslında döngülerden oluştuğunu fark ediyoruz.Galiba bizi diğerlerinden ayıran büyük bir kelime fark etmek.Diğer yandan ikinci kelime ise algılamak olayları olaylara neden olan kişileri kişilerin bu olaylardaki tutumundaki nedenlerini her birini tek tek detaylandırdığımızda aslında hepimiz kendi nedenlerimize ve kurgularımıza göre yaptıklarımızda haklıyız.Bunu algılamak ve yaşadıklarımızı anlamlandırmak ve anlatabilmek ise büyük bir beceri gerektiriyor.Özellikle zamanın bu kadar değerli olduğu dünyamızda, insanların birbirlerinin doğru düzgün anlamadan dinlemeden ve çaba göstermeden harcayabildiği dünyamızda zaman aslında gerçekten bir testere...

Salih Yücel Gür

24 Temmuz 2018 Salı

Genom Bir Türün Yirmi Üç Bölümlük Otobiyografisi


Fotoğrafın tam boyutunu görüntülemek için tıklayın...

Francis Crick, 28 Şubat 1953'te DNA'nın yapısını çözdüğünde şöyle demişti: "Hayatın sırrını keşfettik." Ancak bu sırrın ne olduğunu anlamamız uzun bir süre daha alacak, yüzyılımızın en önemli bilim dallarından birisi genetik olacaktı. 

İnsan genomu, 23 çift kromozomdan oluşan bir pakettir. Matt Ridley bu paketi açıyor ve ortaya dökülen ama genetik dilinde yazılmış pek çok sırrı bizim anlayacağımız bir dile tercüme ediyor. İnsan genomunda "genetikçe" yazılmış bu "yazılar" aslında türümüzün biyolojik tarihinin kaydını, başka bir deyişle otobiyografisini oluşturuyor. Kökenlerimiz, evrimimiz, doğamız ve zihnimiz hakkında çarpıcı bilgiler veren yazar Matt Ridley, yepyeni soruların ve yepyeni cevapların eşiğinde bir kuşak oluşumuza dikkat çekiyor.

Genetik mirasımız kaderimiz mi? Yoksa genetik determinizm bir mitten mi ibaret? Bir katilin işlediği cinayetin sorumluluğu ailesindeki genlere yüklenebilir mi? Yoksa işimize gelmediğinde özgür irade sahibi olmaktan vazgeçmeye hemen hazır bir tür müyüz? Gen tedavisinden mucizeler beklememiz ne kadar gerçekçi? 

Genom'da merak ettiğiniz bu ve benzeri pek çok soruya yanıt bulacaksınız. Genom'u okudukça şempanzelerle genetik benzerliğimizin %98 olması en azından bazılarımızın onuruna daha az dokunacak gibi görünüyor.

22 Temmuz 2018 Pazar

Kurtuluş Savaşı Döneminde Toplumumuzun Bireysel Çıkarcı Davranışları


                Toplumunun kurtuluşunu sağlayan Kurtuluş Savaşı öncesinde dahi toplumumuzun analiz etmek ve tanımlamak mümkündür.Etnik köken din,dil ve zihniyet ayrılıklarını bir kenara bıraktığımızda ne kadar coşkulu bir toplum olduğumuz ortadadır.Toplumumuzun bunu anlaması ve algılaması ne yazık ki dış devletler tarafından yaşatılan acılar ile ortaya çıkmış, millet ve ulus olma yolcuğumuz acı bir şekilde başlamıştır gerçi dünyadaki hangi toplum böyle başlamamıştır ki…

                İttihat ve Terakki dönemi toplumsal problemlerimizin en günyüzüne çıkmış dönemidir.Normalde toplumumuzdaki bu problemlerin İttihat ve Terakki döneminde günyüzüne çıkmasını İttihat ve Terakki örgütüne bağlayan tarihçiler de ne yazık ki mevcuttur.Her ülkenin bu tür dönemleri neredeyse mevcuttur diyebiliriz.Galiba bu dönemlerde toplumların yönetimlerde bir boşluk olduğunu görmeleri ve bunu fırsat bilmeleri sorunlarını bu kadar günyüzüne vurmalarına yol açmaktadır.

                Türk toplumu Kurtuluş savaşını dahi parça parça bölgesel kurtuluş ve daha sonrasında Mustafa Kemal gibi bir dehanın öncülüğünde bir bütün olarak bir ulus olarak vermiştir.Toplumumuzun sorunları her alanda ve her anlamda temeli itibari ile çözülmeyecek sorunlar değildir ancak toplumumuzdaki bireysel çıkarcılık güden makam ve mevki sahibi bireylerin çoğunlukta olduğu dönemlerde toplumsal sorunların artması ve bu sorunlardan rant sağlaması gayet doğal bir hal almıştır.

                Toplumun bu etik anlayışından bir haber bireysel çıkarcı tutumu dönem dönem yine kendi toplumundan insanlara ağır bedeller ödetmiştir ödetecektir de.

                Diğer yandan en büyük sorgulanması gereken konu ise Mustafa Kemal gibi bir dehaya sahip olmasaydık bölgesel kurtuluş sonucunda yeniden bu bölgelerin işgale uğramaması gibi bir olay düşünülebilir miydi ? düşünülmelidir.Elbette tarih bilimine bu olmasaydı bu olurdu tarzında bakmak mümkün değildir ancak birey olarak sorgulamadan insan edemiyor işte...

Salih Yücel GÜR 

30 Haziran 2018 Cumartesi

Toplum Dara Düşer İse Çözüm



Medeniyetler beşiğinde oturan bir çocuktur aslında Türkiye
Ne batı ne doğu anlatabilir sadece onu
Elleri kalemlere uzanmayan
Etrafı çevrili bir ülkedir silahlar tarafından

Sebep o akl-ı kemali anlamamaktan gelir
Sarı saçlı mavi gözlü bir çocuğundur bu coğrafya
Bütün bir cihan gelse o korur bu beşiği
Toplum dara düşer ise
Çözüm yine onun eşiği...

Salih Yücel GÜR

Fuat Sezgin



Özür diliyoruz öğretmenim, toplum olarak geride kaldığımız ve değerinizi geç fark ettiğimiz için.Bilim ve eğitim yarışında en başta sizin gibi akademisyenleri ülkemizden kovar iken kalemleri benlikleri ve siyasi fikirleri ile satılmış akademisyenleri bu ülkede tuttuğumuz ve intihal yaptığı halde hala akademisyenlik gibi yüce bir mevkii meşgul eden akademisyenlere sahip olduğumuz için...

Bilim,sanat ve kültürel yansımalar yerine siyasi çekişmeleri ortaya koyan bu toplum elbette döngüsel olarak durmadan bir çabalama ve günyüzünü görememeyi yaşamaktadır ve yaşayacaktır da zaten.Ülkemize ve bizim gibi bireylere kattığınız değerli akademik gerçeklikler için teşekkür ederiz...

Salih Yücel GÜR

24 Haziran 2018 Pazar

Medeniyetler Beşiği Anadolu





Anadolu’nun medeniyetler beşiği olmasının sebebi elbette biz değiliz.Geçmişte yaşamış olan uygarlıklar ve onların bıraktığı miraslardır.

Bu kadar çok mirasın bir bütün halinde bulunduğu bu coğrafyada biz bu mirasın ne kadar farkındayız ve bu mirası ne kadar değerlendirebiliyoruz elbette tartışılır, ele alınması gereken diğer bir konudur.

Ancak bu kadar çok mirasın olduğu bir medeniyet beşiğini ancak ve ancak bu mirasları destinasyonlaştırarak koruyabilir ve ekonomiye katkı sağlamasını sağlayabiliriz.Bu bağlamda kültür turizmini iyi kullanan bir Türkiye ekonomisi de bu alandan gelen rakamlar ile destekleyecektir.

Ülkemizde ve bizim seviyemizde olan diğer ülkelerde kaos çıkmasını isteyen ve ekonomik olarak kriz yaşamamıza neden olan veya olmak isteyen odaklar ülkemizin bölgede güvenli olmayan bir ülke algısını yaratır.Yaratır ki turizm gibi dünya çapında 3.gelir getiren bir kapı Türkiye’ye kapansın.

Diğer yandan elbette bu ekonomik kazanç sapmasında bizim de toplum olarak etkimiz büyüktür.Bu sapma ülkenin çoğu alanını etkilemektedir.Bu etki ekonomiyi pozitif yahut negatif etkilemektedir.

Salih Yücel GÜR

12 Haziran 2018 Salı

Markalaşma ve Evrensel Sorunlar




Bugün işgalin biçimi değişmiştir kapitalizm aracılığı ile markaların ve ekonomik güçlerin savaşı bize diğer yandan her türlü kaliteli markayı kullanabilme yetkisini vermiştir.Düne kadar bu kadar kaliteli markalara ulaşabilmemiz hayal iken kapitalizmin tam anlamıyla evrenselleşmesi sonucunda belirli düzeydeki markalara belli ücretler karşılığında erişim sağlayabilmekteyiz. Bu da üretimin hızlanması ve üretimin her alanda dünyaya ulaşım sayesinde yayılmasından kaynaklanmaktadır.

Kapitalizm elbette tek taraflı şekilde ele alınmayacak bir sistemdir.Bu sistemin pozitif getirileri kadar negatif götürüleri de olmaktadır.Üretime bu kadar çok bağlı olan şirketlerin ve markaların evrensel düzeydeki doğal sorunları tetiklemesi buna en güzel örnektir.Tabi ki burada olayı sadece şirketler ile sınırlı bırakmamak gerekmektedir.Bireyler olarak bizim de açgözlülüğümüz buna en büyük etkiyi sağlamıştır.

Artık evrensel düzeyde olan markaların bu tür problemlere duyarsız kalmaması problemi hem görmelerine hem de oluşturdukları markaların bu problemler yüzünden bireyler tarafından şikayet almasının önüne geçmek içindir.Bu refleks şirketlerin markalarını korumak için ne kadar çok detaylı düşündüklerinin göstergesidir.

Markalaşma konusunda ileri gelen markaların dünya üzerinde ne kadar büyük etkilerini görmek için her türlü alanda aldıkları kararları göz önünde bulundurmak gereklidir.Markalaşma süreçlerinin uzun dönemli olduğunu ve bilinçli bir şekilde yapıldığını da unutmamak gereklidir.Markalaşma sonucunda varılan evrensel düzeydeki o kazanç hiçbir zaman kaybedilmek istenmeyen bir kazançtır.Bu kazanç sayesinde siz her türlü şirket ekonominizi güçlü tutabilirsiniz.

Ancak bizim gibi farklı eksenlerde dış politikada ayakta kalmaya çalışan devletlerde bu tür markalaşma süreçleri normalinden daha zor bir süreç izler.Bunun en büyük uyumluluğu devletin ideolojik uyumluluğu idi düne kadar.Artık ideoloji dönemi bittiği için bu konu bir kenara bırakıldı.Diğer yandan toplumumuzdaki bireysel çıkarcılık yüzünden markalaşamayan şirketler içerisinde çalışan bireylerin küçük dünyaları, bu şirketleri de küçültmektedir.Egolarını ön plana koyan yönetici tipinin terk edilememesi, şirketlerin her anlamda saçmalamasına yol açmaktadır.Toplumun çoğu sorununun zaten buradan filizlenmesi ülkemizdeki şirketlerin de tepeden inme yöneticiler tarafından yönetilmesi ar-ge yeni fikirler gibi konularda şirketlerin adım atamamasına yol açmaktadır.

Bugün ülkemizdeki şirketlerin çoğu arge çalışması yapamamaktadır.Yurt dışından getirilen uzmanlar ile yapılan sistemlerin ya da anahtar teslim olan sistemleri işleten bireylerden oluşan şirketler bugün yurt dışına yaptıkları satış işe övünmektedirler.Ancak o sistemin kurulmasında ve o sistemin arızalarında yine yurt dışındaki mühendislere danışılmaktadır.

Aynı zamanda bu sistemlerde kullanılan her türlü donanımı yurtdışından ihtal etmemizin temel sebebi ise yine ülkemizde gerçekten bir bilimin olmamasıdır.Bu konuda yapılan çalışmalar ve atılan adımları gerçekten hor görmemek gereklidir ancak bilim ile ilgili gerçekten çalışma yaptığımız zaman ilk başta zaten gerçekten ama gerçekten bir ekonomiye sahip olmak için ilk adımı atmış olacağız.Güçlü bir ekonomiye sahip olan toplumların sesi dünyada daha ciddiye alınır.Bugün ABD,İngiltere,Rusya,Çin v.b gibi ülkelerin temel kazanımları elbette bilimdir bilimden doğan ekonomidir.

ABD’nin bilimi satın alarak yükseldiği bir dönemde artık bilimin ülkesini biraz terk etmesi ile nasıl gerilediğini ve ekonomilerinin nasıl sallantıya girdiğini yakın zamanda gördük.Ancak hala büyük markalara sahip olan ABD bu markalar aracılığı ile Çin’i tehdit etmektedir.Bu markaların Çin’de değil ABD’de üretim yapacağı gibi duyumları kullanan Trump ekonomik gücü nasıl tehdit olarak kullanacağını en iyi bilen kişilerdendir.
           
Ekonomik olarak sıkıntıya giren ABD elbette Trump gibi bir şirket yöneticisini yukarıya taşıyacaktı.Ancak Trump’ın kendi alanında ilerlemesini istiyordu ABD kendi işlerine karışılmasını istemiyordu.( Bu elbette başka bir konu )

Ülkemiz geçmişten bugüne girdiği bu yarışta elbette en sonlarda kalmıştır.Ancak buradaki suçu yöneticilere ya da bireylere yüklemek de çok objektif bir bakış açısı olmayacaktır.Bunun nedeni ise ülkemizin elbette jeopolitik önemidir.Bu önemin avantajları olduğu gibi dezavantajları da olmaktadır.Üretimin milli olması artık kapitalizmin evrenselleşmesinden sonra illa ki her alanda milli olmak demek anlamına gelmemektedir.Bunun en büyük örneği ise evrensel düzeyde araç markalarının farklı ses sistemleri ile çalışmasıdır.Ancak buradaki temel ölçüm en iyi markaların birbirleri ile çalışması ve en iyiye doğru adım atılmasıdır.

En iyiye doğru atılan bu adımların kapitalizmin bizi götürdüğü en büyük süreçlerden biri olması sonucunda diğer yandan evrensel düzeyde sorunlarımızı da tetiklemektedir.Bu tetiklemenin farkına varan bilim insanları bu konuların üstünde durmaktadırlar.Küresel ısınma küresel soğuma iklim değişikliği artık adına ne derseniz diyebilirsiniz.Devletleri toplumları hatta ve hatta bütün insanlığı tehdit eden bu süreç içerisinde insanların sığınabileceği tek liman bilim ve bu bilimin açtığı pencere olarak hümanizm olacak gibi.Bugün hümanizmi toplum olarak saçma sapan bir şekilde algıladığımız ise ortadıdır.Zaten nerede gerçekten algılanması ve anlamlandırılması gereken bir konu var ise toplum olarak bunu saçma sapan bir şekilde algıladığımız gayet nettir.

Salih Yücel Gür

31 Mayıs 2018 Perşembe

Homo Deus Kitabının İçeriğinden Photoshop ile Düzenlemelerim...


Homo Deus / Cehennemdeki Üniversiteliler


Harari’nin iki eserinden sonra Celal Şengör öğretmenimizin bir kitabını daha okumaya başlayacağım.Harari’nin Homo Deus isimli kitabının son kısmı yazdıklarından sonra gerçekten sorgulanması gereken konular açmıştır.Celal Şengör öğretmenimizin bundan önce Dahi Diktatör isimli kitabını okumuş Mustafa Kemal gibi bir dehaya olan bakışı ile ilgili bilgi edinmiştim.Şengör Öğretmenimizin dine yaklaşımı yüzünden toplumun bir kısmı tarafından yuhalanması onun evrensel düzeyde kabul görmüş bir akademisyen olduğu gerçeğini unutturmamalıdır...


25 Mayıs 2018 Cuma

Canan Dağdeviren




Canan Dağdeviren'in Birleşmiş Milletler Oturumunda Yaptığı Konuşma...

Canan Dağdeviren, Türk fizik mühendisi, Harvard Üniversitesi’nin Genç Akademi üyeliğine seçilen ilk Türk. İlk ve orta eğitimini Kocaeli'nde tamamladı. 2007’de Hacettepe Üniversitesi Fizik Mühendisliği bölümünden mezun oldu.

**

Biography

Canan Dagdeviren joined the faculty in January 2017 to direct the new Conformable Decoders research group at the MIT Media Lab. The group creates mechanically adaptive electromechanical systems that can intimately integrate with the target object for sensing, actuation, and energy harvesting, among other applications. Dagdeviren believes that vital information from nature and the human body is ‘coded’ in various forms of physical patterns. Her research focuses on the creation of conformable decoders that can ‘decode’ these patterns into beneficial signals and/or energy.

Dagdeviren created a wide range of piezoelectric systems that can be twisted, folded, stretched/flexed, wrapped, and implanted onto curvilinear surfaces of human body, without damage or significant alteration in device performance. She received her PhD in materials science and engineering from the University of Illinois at Urbana-Champaign with a focus on exploring patterning techniques and creating piezoelectric biomedical systems. Her collective PhD research involved flexible mechanical energy harvesters, multi-functional cardiac vessel stents, wearable blood pressure sensors, and stretchable skin modulus sensing bio-patches. As a Junior Fellow of the Society of Fellows of Harvard University, she conducted her postdoctoral research at MIT David H. Koch Institute for Integrative Cancer Research to design and fabricate multi-functional, minimally invasive brain injectrodes that can simultaneously deliver drugs on demand and electrically modulate neural activity precisely and selectively for the treatment of neurological disorders such as Parkinson’s disease.

Dagdeviren’s work has been recognized by various prestigious media outlets, such as the Smithsonian, MIT Technology Review, Popular Mechanics, CBS News, LA Times, BBC News, New Scientist, Medical Daily, IEEE Spectrum, Physics World, Nature Materials, C&ENews, Forbes, and Qmed/Medical Product Manufacturing News. In 2015, Dagdeviren was named to the "Top 35 Innovators Under 35" (inventor category) by MIT Technology Review, and to the "Top 30 Under 30 in Science" by Forbes.

http://canandagdeviren.com/Biography.aspx

17 Mayıs 2018 Perşembe

Algoritma ve Doktorlar




Doktorlar bile algoritmaların açık hedefi hâline gelmiş durumda. Doktorların ilk görevleri doğru teşhis koymak ve ardından en uygun tedaviyi önermektir. Yüksek ateş ve ishal besin zehirlenmesinin işareti olabileceği gibi mide virüsü, kolera, dizanteri, sıtma, kanser ya da bilinmeyen yeni bir hastalığın habercisi de olabilir. Doktorumun doğru teşhis koyabilmek için birkaç soru sorabileceği ve üstünkörü bir genel muayeneden fazlasını sunamayacağı beş dakikası vardır çünkü sağlık sigortam ancak bu kadarına imkan sağlar. Daha sonra doktor benden aldığı azıcık bilgiyi kişisel hastalık geçmişim ve dünyadaki sayısız illetle karşılaştırın Ne var ki en titiz doktor bile geçmişteki tüm rahatsızlıklarımı ve kontrollerimi hatırlayamayacağı gibi her hastalık ve ilacı tanıyamaz, tıp dergilerinde yayımlanmış her akademik makaleyi okumaya vakit bulamaz. Yetmezmiş gibi doktorlar da zaman zaman yorgun, aç, hatta hasta olabilirler ve bu nedenle değerlendirme süreçleri etkilenebilir. Teşhislerinde sık sık yanılan, en uygun tedaviyi öneremeyen doktorların varlığına şaşmamak gerek.

Şimdi de 2011’de Jeopardy! [Riziko] adındaki televizyon yarışmasının tüm şampiyonlarını yenen IBM’in ünlü yapay zeka sistemi Watson’ı ele alalım. Watson bugünlerde hastalık teşhisleri gibi ciddi bir konuyla ilgileniyor. Watson gibi bir yapay zeka, doktorlar karşısında muazzam avantajlara sahiptir, öncelikle bir yapay zeka tıp tarihinde bilinen her türlü hastalığa dair bilgiyi veritabanında saklayabilir. Veritabanını her gün yeni araştırmaların sonuçlarının yanı sıra dünyadaki her hastane ve klinikte toplanan tıbbi istatistiklere göre güncelleyebilir.

İkinci olarak Watson benim tüm genom haritamı ve günbegün tıbbi bilgilerimi kaydedebileceği gibi ebeveynlerimin, kardeşlerimin, kuzenlerimin, komşularımın ve arkadaşlarımınkileri de yakından takip edebilir. Watson yakın zamanda tropik bir ülkeye mi gittim, tekrarlayan mide enfeksiyonları mı yaşıyorum, ailemde bağırsak kanseri geçmişi var mı ya da şehirdeki herkes o sabah ishal şikayetiyle mi geldi, anında bilebilir.




Görsel 43: 2011’de IBM’in Watson’ı insan rakiplerini Jeopardy! yarışmasında yenerken

Üçüncü olarak Watson asla yorulmadığı, acıkmadığı ya da hastalanmadığı gibi bana bolca zaman ayırabilir. Salonumdaki koltuğumda otururken yüzlerce soruya cevap vererek Watson’a nasıl hissettiğimi anlatabilirim. Bu durum hastalık hastası hipokondriyaklar dışında çoğu hasta için mükemmel bir gelişme sayılabilir. Bugün mezuniyetinizden yirmi yıl sonra hâlâ aile doktoru olabileceğiniz beklentisi içinde tıp fakültesine gidiyorsanız belki de tekrar düşünmeniz iyi olabilir; boynuzun kulağı geçeceği aşikar. Watson gibileri etrafta olduğu sürece, Sherlocklara ihtiyaç kalmayacak gibi duruyor.

Bu tehlike sadece pratisyen hekimlerin değil uzmanların da ensesinde artık, öyle ki kanser gibi görece spesifik bir konuda uzmanlaşan doktorları yerinden etmek belki de çok daha kolay olacak. Yakın zamanda yürütülmüş bir deneydeki bilgisayar algoritması, akciğer kanseri vakalarından yüzde 90’ını doğru teşhis ederken doktorların başarı oranı yüzde 50’lerde kaldı.8 Gelecek çoktan kapımıza dayanmış durumda. Akciğer tomografisi ve mamografi gibi teknolojiler standart algoritmalar tarafından kontrol edilerek doktorlara ikinci bir fikir sunuyor, zaman zaman doktorların kaçırdığı tümörleri yakalayabiliyor.

Watson ve benzerleri, bir sürü teknik aksaklık yüzünden henüz doktorları bir gecede işlerinden edemiyor Ancak zor olsa da bu teknik sorunlar elbet bir gün çözülecek. Bir doktoru eğitmek yıllar alan karmaşık ve pahalı bir süreçtir. On yıl eğitim ve asistanlığın ardından elinizde sadece tek bir doktor olur. İkinci bir doktor için aynı süreci baştan tekrarlamanız gerekir. Halbuki Watson’a ket vuran teknik aksaklıkları çözdüğünüzde, dünyanın her köşesinde yedi gün yirmi dört saat erişilebilir sayısız doktorunuz olabilir. Toplam maliyet yüzlerce milyar dolara çıkacak olsa da bu yatırım uzun vadede insan doktorları eğitmekten çok daha ucuza gelecektir.

Tabii tüm bunlar doktorların ortadan kalkacağı anlamına gelmez. Yakın gelecekte insanlar, sıradan teşhisler koymaktan çok yaratıcılık gerektiren işleri ellerinde tutmaya devam edecekler. Tıpkı 21. yüzyıl ordularının elit özel harekat güçlerine devşirilmesi gibi gelecekteki sağlık hizmetleri de tıbbi özel harekat timlerine yer açmaya başlayabilir. Ancak orduların milyonlarca ere ihtiyaç duymaması gibi, gelecekteki sağlık servisleri de milyonlarca pratisyen hekime gerek duymayabilir. Eczacılar doktorlardan çok daha önce bu duruma düşecektir. 2011’de San Francisco’da açılan bir eczane tek bir robotla işliyor. Robot, eczaneye gelen müşterilerin tüm reçetelerine, bu reçetelerle alınan ilaçların ve şüphelenilen alerjilerin detaylı bir listesine saniyeler içinde ulaşıyor. Yeni reçetede yazılmış ilaçların birbiriyle tepkimeye girip yan etkiye yol açabilme ihtimalini hesaplıyor ya da alerjileri tetikteme durumunu kontrol ediyor ve müşteriye gerekli ilacı veriyor. Robot eczacı ilk yılında tek bir hata bile yapmadan iki milyondan fazla reçeteyi karşılayabildi; kanlı canlı bir eczacıysa kendisine gelen reçetelerin ortalama yüzde 1.7’sinde hata yapıyor. ABD’de bu sayı yılda her yıl 50 milyondan fazla hatalı reçeteye tekabül ediyor!

8 Mayıs 2018 Salı

Homo Deus / Humboldt


Bilimsel Devrim bambaşka bir bilgi formülü sundu: Bilgi = Ampirik Veriler x Matematik. Bir soruyu yanıtlamak için ampirik veriler toplamalı ve matematiksel araçları kullanarak bu verileri çözümlemeliydik. Mesela Dünya’nın gerçek şeklini belirlemek için Güneş’i, Ay’ı ve gezegenleri farklı konumlardan gözlemleyerek işe başlayabilirdik. Yeterli gözlem yaptıktan sonra trigonometriyi kullanarak sadece Dünya’nın şeklini belirlemekle kalmayıp tüm Güneş Sistemi’nin yapısını da ortaya çıkarabilirdik. Bu süreç bilginin peşindeki biliminsanlarının gözlemevlerinde, laboratuvarlarda ya da keşif gezilerinde daha çok ampirik veri toplayıp bu verileri daha doğru yorumlamak adına matematiksel araçlar geliştirme peşinde yıllarını harcaması anlamına gelir.

Bilginin bilimsel formülü astronomi, fizik, tıp ve daha birçok disiplinde beklenmedik atılımların yolunu açtı. Bu formülün tek bir dezavantajı vardı, değer ve anlamla ilgili sorulara bu yöntemle yanıt bulunamıyordu. Ortaçağdaki âlimler öldürmek ve çalmanın kesinlikle yanlış olduğunu belirleyebiliyor, insan hayatının tek amacının Tanrı’nın emirlerini yerine getirmek olduğunu söyleyebiliyorlardı çünkü kutsal metinler böyle buyuruyordu. Biliminsanlarıysa böyle ahlaki yargılarda bulunamazlar. Hiçbir veri ya da matematik formülü öldürmenin yanlış olduğunu kanıtlayamaz. Ne var ki insan toplumları da değer yargıları olmadan ayakta kalamazlar.

Bu sıkıntının üstesinden gelmenin bir yolu, eski ortaçağ formülleriyle yeni bilimsel yöntemleri bir arada kullanmaktı. Dünya’nın şeklini belirlemek, bir köprü kurmak ya da bir hastalığı tedavi etmek gibi teknik bir sıkıntıyla karşılaştığımızda ampirik veriler toplayıp matematiksel olarak çözümlüyor boşanma, kürtaj ya da eşcinsellik gibi konularda etik bir sıkıntıya düştüğümüzdeyse kutsal metinleri karıştırıyorduk. Bu çözüm Viktorya İngiltere’sinden 21. yüzyılda İran’a kadar pek çok modern toplum tarafından farklı kademelerde benimsendi.

Ancak hümanizm bambaşka bir seçenek sunuyordu. İnsanların kendilerine güveni arttıkça etik bilgiye ulaşmak için yeni bir formül doğdu: Bilgi = Deneyimler x Hassasiyetler. Artık herhangi etik bir soruya yanıt ararken içsel deneyimlerimize dönüyor ve bu deneyimleri son derece dikkatle incelerken hassasiyetlerimizi de gözetiyoruz. Yıllar boyunca çeşitli deneyimler biriktiriyor ve bu deneyimleri anlayıp yorumlamak için hassasiyetlerimizi keskinleştiriyoruz.

“Deneyimler” ampirik verilerden oluşmazlar. Bir deneyimin atomları, elektromanyetik dalgaları, proteinleri ya da sayıları yoktur. öznel bir olgu olan deneyim üç temel bileşenden oluşur: duyulan duygular ve düşünceler. Herhangi bir andaki deneyimim, duyumsadığım her şeyi (ısı, keyif, gerginlik, vb.), her duygumu (sevgi, korku, öfke, vb.) ve aklımdan geçen her düşünceyi kapsar.

Peki bu “hassasiyetler” nelerdir? Hassasiyet hem duyularıma, duygularıma ve düşüncelerime odaklanmak hem de bu duyu, duygu ve düşüncelerin beni etkilemesine izin vermektir. Bu her rüzgarın beni başka bir kıyıya sürükleyeceği anlamına gelmese de yeni deneyimlere açık olmak ve görüşlerimin, düşüncelerimin, hatta karakterimin bu deneyimler sonucunda değişebilmesine izin vermek demektir.

Deneyimler ve hassasiyetler hiç bitmeyen bir döngü içinde birbiriyle gelişir. Herhangi bir hassasiyetim yoksa hiçbir şeyi deneyimleyemem ya da çeşitli deneyimler edinmeden hassasiyet geliştiremem. Hassasiyet kitap okuyup bu konuda ders alarak geliştirilebilecek bir meziyet değildir. Sadece uygulamayla olgunlaşabilecek teknik bir beceridir.

Çay içmeyi ele alalım. Güne gazetemi okurken yanında bir bardak bol şekerli çayla başlarım. Aslında çay şekerin bahanesidir. Bir gün şekerle gazete arasında çayın tadını pek de almadığımı fark ederim. Koyduğum şekeri azaltıp gazeteyi bir kenara bırakıp gözlerimi kapar ve çaya odaklanırım. Kendine has kokusunu ve lezzetini duyumsarım. Kısa sürede kendimi siyah ve yeşil çay gibi farklı türleri denerken bulurum, enfes tatlarla hassas karışımları karşılaştırırım. Birkaç ay içinde süpermarketlerde satılanları bırakıp çayımı aktarlardan almaya başlar, Çin’in Siçuan eyaletindeki Ya’an dağlarının eteklerinde yetişen, panda dışkısıyla gübrelenmiş “panda dışkısı çayı”ndan ayrı bir keyif duymaya başlarım. İşte böylece çay hassasiyetimi bardak bardak damıtır ve bir çay eksperi hâline gelirim. Çay içme ritüellerimin ilk günlerinde bana Ming Hanedanlığından kalma porselen bir fincanda panda dışkısı çayı sunmuş olsaydınız, kıymetini bilemez, bu özel çaya karton bardaktaki poşet çaydan farklı davranamazdım. Hassasiyetiniz olmayan bir konuyu deneyimleyemezsiniz, tıpkı uzun bir deneyimleme sürecinden geçmeden hassasiyet geliştiremeyeceğiniz gibi.

Çay örneğindeki doğrular tüm estetik ve etik bilgi konusunda da geçerlidir. İçeriği önceden belirlenmiş hazır bir bilinçle doğmayız. Hayatın akışında insanları incitir ve inciniriz; biz şefkat gösterdikçe karşımızdakiler de bize aynı sevgiyi gösterir ve şefkat duyarlar. Eğer dikkatimizi verirsek ahlaki hassasiyetlerimiz gelişir ve bu deneyimler neyin iyi ve doğru olduğuna karar vermemizi sağlar aslında gerçekte kim olduğumuza dair gerekli etik bilgilerin kaynağı hâline gelir.

Hümanizm, yaşamı içimizdeki kademeli bir değişim süreci olarak değerlendirir. Deneyimler aracılığıyla cehaletten aydınlanmaya doğru ilerleriz. Hümanist bir yaşamın en önemli hedefi entelektüel, duygusal ve fiziksel deneyimlerle bilgimizi geliştirmektir. 19. yüzyılın başında modern eğitim sisteminin baş mimarlarından Wilhelm von Humbolt, varlığımızın amacını “olabildiğince çok deneyimin süzülerek bilgeliğe dönüşmesi,” olarak açıklar. Ayrıca, “Hayatın zirvesi her şeyin tadına bakmaktır,”4 der. Bu söz hümanizmin ana sloganı bile olabilir, değil mi?



5 Mayıs 2018 Cumartesi

O büyük deha Gazi Mustafa Kemal Paşa


O büyük deha Gazi Mustafa Kemal Paşa

Kurtuluş Savaşı'nın yapıldığı dönemde iç isyanların her türlü etnik köken üzerinden çıkartılması toplumumuzun aslında ne kadar saf halklardan oluşan bir toplum olduğunun göstergesidir.Diğer devletlerin bu saflığı rant kavgasına çevirmesi bugün hala mevcuttur.

Bireylerin etnik köken kimlikleri üzerinden yaptırdıkları milliyetçilik ile ulusal düzeyde yapılan milliyetçiliğe karşı karşıya getirmeye çalışmak elbette akademik çalışmalar ile başlayacaktır.

Devlet yakın zamanla bu etnik kimlik kalkışmasını akıllı bir tavır ve toleranslı bir davranış ile savuşturmuştur.Ancak burada yapılmak istenilen yine aynıdır aslında.Toplumumuzun oluşturan halkların birbirleri karşısında parti zihniyet ideoloji gibi kırılmaları yetmiyor gibi bir de etnik köken milliyetçiliği üzerinden vurmak.

Bunlar yetti mi peki ? Yetmedi, bunlardan daha sonra ulusal düzeyde olan Türk kimliğimizi bir etnik kimlik seviyesine indirme çalışmalarına akademik olarak girişerek bu çatı altında toplanmamız için ellerinden geleni yaptılar.

Aynı Kurtuluş Savaşı döneminde olduğu gibi bir dehanın çıkmasını beklememize gerek yoktur.O deha zaten size izleyeceğiniz bütün yolları göstermiştir.Bu yüzdendir ki Atatürk'ün ortaya koyduğu Atatürk milliyetçiliği bugün hala değerini korumaktadır diğer ilke ve inkilapları gibi.

Devletçilik ilkesini biraz sol ideolojiler.Milliyetçilik ilkesini ise biraz sağ ideolojiler bilgi kirliliğine tutsa da Atatürk her iki ideolojinin buluştuğu noktadadır.Aslında bu deha ideolojisi olmayan bir birey için dahi çekicidir.Çünkü bu kadar birbirinden kopuk ve bu kadar çok kırılma noktası mevcut olan halkları bir ulus haline getirmek ve ulus olarak kalmasını sağlayacak ilkeleri ortaya koymak kolay değildir.

Salih Yücel GÜR