Yusuf Akçura, Kazan kökenli. Türk Tarih Kurumu’nun kurucu üyelerinden. TBMM’de 2., 3. ve 4. dönem İstanbul... 5. dönemde 1935’te Kars milletvekili olarak mecliste yer alan Akçura’nın 1904 yılında yayımladığı Üç Tarzı Siyaset adlı makalesi hâlâ üzerinde düşünmeye değer.
Sevgili Dostlar, okuyun…
“TÜRKÇÜLÜĞÜN İKİ KOLU”
“…Bizde Türkçülük cereyanının gitgide iki kola ayrıldığını iddia etmek istiyorum. Bu iki cereyanı şimdi moda olan tabirlerle tarif etmek istersek, birisine ‘Demokratik Türkçülük’, diğerine ‘İmperyalist Türkçülük’ diyebiliriz. Demokratik Türkçülük, millet esasını, her millet için bir hak olarak telakki ediyor ve Türkler için talep ettiği bu hakkı, diğer milletlere de aynı derecede hak olarak tanıyordu.
Meselâ, Osmanlı İmparatorluğu’nda; Arablar’ın, Arnavutlar’ın ve diğer milletlerin bu hakka istinaden muhikk olarak istediklerinin verilmesine taraftardı. Türk Yurdu, bu nokta-i nazarını, Arab mes’elesinde birkaç defa, beyan ve izah etmiştir. Bunun içindir ki meşhur bir Osmanlı muharriri, Türk Yurdu müdürünü ‘milliyetperver değil, milletperverdir’ diye tavsif etmiştir.
Demokratik Türkçülük, ihtimal ki, Türkler’in ekseriyeti diğer milletlere mahkûm mevzuunda bulunduklarına ve hatta hakim sayılanlarının bile, iktisaden ve harsen yalnız mağlup değil, adeta tâbî olduklarına ve binaenaleyh ancak hakka istinaden kurtuluş mümkün olacağına kanaattan neşet etmekte idi…
Bundan maada, Demokrat Türkçüler, Türk’ün mevcud millî kuvve-i müdahharesi, şimdilik kendi kendine yaşatmağa ancak kifayet eder, diye düşünüyorlardı; diğer milletleri temsil etmek şöyle dursun, idareye çalışmayı bile, o kuvveti tenkise sebeb olacağından, zararlı sayıyorlardı.
İmperyalist Türkçüler ise ekser Avrupa nasyonalistlerine benziyorlardı: Mücerred hakka değil, sırf kendi kuvvetlerini arttıran milliyetçiliğe taraftar idiler. Vakı’a ekser Avrupa nasyonalistlerinin nazarında hakk-ı millî, mücerred ve mutlak değildir; bir vasıta-i siyasettir. Mesela Rusya, kendi dahil ve haricindeki Islavların hakk-ı millîsini iddia ve talep ve bunun için icab ederse harb bile ederdi; fakat İmparatorluk’ta, dahil Finler’in, Gürcüler’in, Ermeniler’in, Türkler’in tabii haklarını bile kabûl etmezdi, evvelce aldıklarını istirdada çalışırdı.
Kuvvetli zannolunan ve yüz milyonluk bir Rus kitlesine dayanan bir siyaset muvaffakiyetle tetevvüc edecek diye beklenirken, yuvarlandı, gitti. Almanlar’ın de gerek Almanya’da, gerek Avusturya’da takip etmek istedikleri bu nev siyaset-i milliyeleri, muvaffakiyetsizlikle hitam buldu. Daha az kuvve-i maneviye ve maddiyeye müstenid İmperyalist Türkçülük de muvaffak olamazdı…
Demokratik milliyetçilik hakka müstenid ve sırf tedafüidir. Gasp edilen hakkı almağa, gasp edilmek istenilen hakkı müdafaaya çalışır; İmperyalist milliyetçilik ise taarruzîdir, diğerlerinin hukukuna tecavüzü bile tecviz ederek kendi milliyetini takviyeye çalışır.
Taarruzî milliyetçilik, dünyada henüz bitmiş değildir. Fakat zannediyorum ki bu nev’i milliyetçilik, er geç zevale mahkûmdur; Ruslar’ın, Avusturyalıların, Almanların başına gelen, bir gün olup diğer imperyalistlerin de başına gelecektir…
Efendiler, Türklerin taarruzî imperyalist milliyetçiliği hatadır. Bugün bu sözleri söyleyen, eline kalem aldığı, mektebde, medresede veya böyle serbest bir kürsüde söz söylemeğe başladığı andan beri daima Demokratik Türkçülüğü müdafaa etmiştir. Bundan sonra, vekayiin derslerden ibret alarak, bu esası daha ziyade katiyetle müdafaa edecektir.”