Suriye Meselesi
İkinci Dünya
Savaşı sonunda Suriye Fransa'dan yakasını tamamen kurtararak tam bağımsızlığına kavuşmakla
birlikte, uzun müddet içerde siyasi
istikrara kavuşamamıştır. 1945-1949 arasında nisbeten sakin geçen Suriye'nin siyasi hayatı,
1949'dan itibaren tam bir karışıklık ve
düzensizlik içine girmiştir. 1949-1953 yılları arasında Suriye'de üç defa hükümet darbesi, 21 kabine
değişikliği olmuş ve bu arada iki defa
askeri diktatörlük kurulmuştur.
1949 yılı başlarında Albay Hüsnü
Zaim bir hükümet darbesi yaparak
iktidarı ele geçirmişse de, iktidarı uzun ömürlü olmamış ve 14 Ağustos 1949 da Albay Sami Hınnavi
tarafından devrilmiştir. Fakat
Hınnavi'nin iktidarı da uzun sürmemiş ve 20 Aralık 1949 da Albay Edip Çiçekli Hınnavi'yi devirmiştir. Çiçekli'nin
iktidarı biraz daha uzun ömürlü
olmuştur. Fakat 1953 Ekiminde yapılan genel seçimlerde Çiçekli'nin Kurtuluş Hareketi Partisi'nin çok
büyük çoğunluk elde etmesi, Çiçekli'nin
diktatörlüğüne ve Baas Partisi de dahil diğer
siyasi partilerle arasının açılmasına sebep olmuştur. Bunun
neticesi olarak da, Çiçekli, 25 Şubat
1954 de askeri bir darbe ile iktidardan
düşürülmüştür. Bu tarihten sonra Suriye'nin siyasi hayatında Baas Partisi'nin birinci plana çıktığını
görüyoruz. Bu gelişmede, Baas'ın 1955'ten
itibaren Nasır'ı desteklemeye başlaması bilhassa büyük rol oynamıştır. Nasır'ın Bağdat
Paktın'a cephe alması ve silah
alış-verişi ile Sovyetlere doğru kayması, Baas ile Nasır'ın münasebetlerinin gelişmesine yol açmıştır.
1956 Nisanından itibaren de Baas,
Mısır'la birleşme fikrini savunmaya başlamış ve bu konuda bir çok gösteriler düzenlemiştir. 1956 Süveyş
buhranı ve İngiltere ve Fransa'nın
Mısır'a saldırmaları, Baas ile Mısır'ı birbirine daha da yaklaştırdığı gibi, Arap dünyasında hem Batı
aleyhtarlığını ve hem de sol akımların
tesirini arttırmıştır.
Nitekim 1957 yılı başından
itibaren Suriye'nin gittikçe sola kaymaya
ve bu ülkede komünistlerin tesirinin artmaya başladığını görüyoruz. Bu gelişmenin liderliğini Suriye kabinesinin
kuvvetli adamlarından ve komünist
sempatisi ile tanınan Halit el-Azm yapmaktaydı.
Halit el-Azm 1956 Temmuzunda Savunma Bakanı olarak bir heyetle Moskova'ya gitti ve orada Sovyetlerle bir
takım anlaşmalar imzaladı. Bu
anlaşmaların 6 Ağustosta açıklanması iledir ki, 1957 Suriye buhranı patlak verdi. Zira bu
anlaşmalara göre, Sovyetler Suriye’ye
500 milyon dolarlık ekonomik ve askeri yardım yapacaklardı. Bu yardım, Lazkiye'de yeni bir limanın
yapımı, Suriye'de karayolları ve
demiryolları inşası, sulama ve enerji projelerinin finansmanı ve yine Suriye'de 6 tane yeni havaalanı
inşası için kullanılacaktı. Ayrıca
Suriye'nin silahlandırılması da bu yardım çerçevesi içinde yer alıyordu.
Anlaşmaların açıklanmasından bir süre sonra, 17 Ağustosta, ılımlı bir kişi olarak bilinen Suriye
Genelkurmay Başkanı General Nizameddin,
emekliye sevkedildi ve yerine, gençliğinde Fransız Komünist Partisine üye olmuş bulunan Albay Afif el-Bızri
getirildi.
Bu gelişmeler, Suriye'nin komşuları Türkiye, Irak ve Ürdün ile İsrail ve Lübnan'da büyük heyecan uyandırdı.
Bu ülkelerin inancı Sovyetlerin şimdi
Suriye'de bir "köprübaşı" kurdukları ve Suriye'nin bir "Moskova uydusu" haline geldiği
idi. İsrail Başbakanı Ben Gurion Başkan
Eisenhower'e gönderdiği mesajda, "Suriye'nin milletlerarası komünizmin bir üssü haline gelmesi,
zamanımızda hür dünyanın karşısına çıkan
en tehlikeli hadiselerden biridir" diyordu. Gerçekten, işin aslına bakılırsa, çarlık Rusyası
zamanındanberi ilk defa olarak Sovyetler
bu anlaşma ile bir Orta Doğu ülkesine ayak basmak imkanını elde ediyorlardı. Zira, bu anlaşma
ile bir çok asker ve sivil Sovyet uzmanı
Suriye'de bulunmak imkanına sahip oluyordu.
Ağustosun son haftasında, Irak Kralı Faysal ve
Ürdün Kralı Hüseyin İstanbul'a gelerek
Türkiye Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan
Adnan Menderes ile görüşmelerde bulundular. Bu görüşmelere Amerika Dışişleri Bakan Yardımcısı Loy
Henderson da katıldı. Başkan Eisenhower
ise, Başbakan Menderes'e gönderdiği mesajda,
Suriye'nin bir saldırısı karşısında Türkiye Irak ve Ürdün'ün bu ülkeye karşı askeri bir harekata girişmek
zorunda kalması halinde, Amerika'nın
kendilerine derhal silah yardımı yapacağını bildirdi. Amerika Batı Avrupa'daki hava kuvvetlerinden
bir kısmını Adana hava üssüne gönderdiği
gibi, Vİ'ıncı Filo da Doğu Akdeniz'e gelmek üzere harekete geçti. Türkiye ise, bir yandan
ihtiyatları silah altına çağırarak, bir
yandan da Suriye sınırları yakınında askeri manevralar düzenleyerek, Suriyeye bir uyarmada bulunmak
istedi. Zira şimdi Türkiye,
yıllardanberi kuzeyden hissettiği baskıyı, aynı zamanda güneyden de hissetmek durumunda kalıyordu. Yani
Türkiye, Sovyetlerin hem kuzeyden ve hem
de güneyden baskısı altına girmek üzereydi.
Lakin, Türkiye'nin bu tedbirleri Suriyeyi yumuşatmak yerine, aksine Türkiye-Suriye münasebetlerini
gerginleştirdi. Gerek bu gerginlik,
gerek Birleşik Amerika'nın ağırlığını Türkiye tarafına koyması, Sovyetleri Suriye tarafında bütün ağırlıkları
ile yer almak üzere harekete geçirdi.
Bütün ağırlıkları ile diyoruz, zira Sovyet Başbakanı Bulganin, 10 Eylül 1957 de Türkiye Başbakanı
Adnan Menderes'e gönderdiği mesajda,
Türkiye'nin Suriye sınırlarına yaptığı kuvvet
yığınağı ile Amerika'nın Türkiyeye yaptığı silah sevkiyatından Sovyetlerin duyduğu endişeyi belirtti ve
Suriyeye karşı girişilecek askeri bir
"macera"nın mahalli çapta kalacağı sanılıyorsa, bu hesabın çok tehlikeli olduğunu, zira İ'inci ve
İİ'inci Dünya Savaşlarının böyle mahalli
askeri hareketlerden çıktığını söyledi. Yani Bulganin, Türkiye'nin herhangi bir askeri hareketinin bir dünya
savaşına yol açabileceği tehdidinde
bulunmaktaydı.
Başbakan Menderes, Bulgan'in mesajına 30 Eylülde cevap verdi. Menderes, cevabında, Suriye'nin "makul
savunma" ölçülerinin dışında
silahlanmasının Türkiye bakımından uyandırdığı endişeleri belirterek, Suriye'nin "ihtiyaç halinde
muhtemelen başkaları tarafından
kullanılabilecek bir silah deposu" haline getirildiğine
dikkati çekti ve Türkiye'nin Sovyetlerle
iyi komşuluk münasebetlerini arzu
ettiğini, lakin İİ'inci Dünya Savaşı sonundanberi Sovyet Rusya'nın takip ettiği baskı politikasının karşılıklı
itimadın yerleşmesine engel olduğunu
ifade etti.
Sovyetler bu şekilde Türkiye üzerinde baskı yoluna giderken, öte yandan da Suriyeyi destekleme
gösterilerine giriştiler. Eylül
ortalarında bir Sovyet ekonomik ve teknik heyeti Suriyeye geldi.
Bazı Sovyet savaş gemileri de Lazkiye
limanına demir attı.
Ekim
ayında Türk-Sovyet gerginliği ve Suriye krizi
daha da şiddetlendi. Kruşçev 9 Ekimde
bir Amerikan gazetecisine verdiği bir
demeçte, "Eğer savaş patlak verirse, biz Türkiye’ye daha
yakınız ve siz değilsiniz. Silahlar ateş
almaya başlayınca roketler uçacak ve o
zaman düşünmek için vakit çok geç olacak" diyordu. Kruşçev'in bu demecine Amerika Dışişleri Bakanlığı 11
Ekimde yayınladığı bir bildiri ile cevap
verdi. Bu bildiride, "aradaki mesafeye rağmen", Birleşik Amerika'nın, bir müttefiki ve dostu
olan Türkiye’ye karşı NATO içinde
yüklenmiş olduğu taahhütleri "hafife alamayacağı" belirtilmekteydi.
Sovyetlerin tehditleri karşısında Amerika'nın Türkiyeyi destekleyen bu tutumu Sovyetleri yumuşattı. Diğer yandan,
Suudi Arabistan Suriye ile Türkiye
arasında aracılık teşebbüslerine giriştiği gibi, Suriye üzerinde yatıştırıcı faaliyetlerde de
bulundu. Buna karşılık, Ürdün Kralı
Hüseyin de, içerden gelen baskılar dolayısiyle, tutumunu değiştirerek Suriyeye karşı yumuşak bir tavır
aldı. Bütün bir faktörler birleşince,
Ekim ayı sonunda buhran ortadan kalktı.
Buhranın sona ermesinde rol oynayan
bir başka sebep de, 14 Eylül 1957 de
Suriye ile Mısır'ın imza ettikleri bir anlaşma ile, 1 Şubat 1958'den itibaren Birleşik Arap Cumhuriyeti
adı ile bir birlik kurmaya karar
vermeleri idi. Başkan Nasır bu birleşmeyi kabul konusunda uzun müddet tereddüt etmiştir. Lakin
Suriye'nin, bilhassa 1957 yazında, bir
komünist kontrolu altına girmesi ihtimali, Nasır'ın kararını kesinleştirdi. Nasır, Suriyeyi kendi
kontrolu altına almak suretiyle, bu
ülkenin komünizmin kucağına düşmesini önlemek istemiştir.
Fakat bu yeni birleşik devletin ömrü uzun olmadı. Birleşik Arap Cumhuriyeti'nin kurulması üzerine, Suriye
Devlet Başkanı Şükrü el-Kuvvetli Başkan
Nasır'a şöyle demişti: "Siz bir politikacılar milleti devraldınız. Bunların % 50'si kendilerini
milli lider sanır. % 25'i kendilerini
peygamber ve en azından % 10'u da kendilerini Allah sanır". Gerçekten, daha ilk günden itibaren Suriye
ile Mısır arasında sürtüşmeler başladı.
Çünkü, Mısır Suriyeyi Mısır'ın bir eyaleti gibi idare etmeye başladığı gibi, Suriye'deki bütün
siyasi partilerin faaliyetine son verdi.
Hele Baas'cılar kısa zamanda gördüler ki, kendilerinin sosyalizm anlayışı ile Nasır'ın sosyalizmi
arasında büyük farklılıklar vardır. Birlik
bu şartlarda fazla dayanamadı ve Suriye'de 1961 Eylülünde muhafazakarlarla askerler tarafından yapılan
bir darbe neticesi Suriye Mısır'dan
koptu ve Birleşik Arap Cumhuriyeti de sona erdi.
1957 Suriye buhranını neticelerinden
biri de şu oldu: Bu kriz sırasında
Amerika şunu da gördü ki, kendisi komünizmin Orta Doğu'da yayılmasını önlemeye çalışırken, Araplar için
endişe kaynağı bu değildi, esas mesele
onlar için İsrail davası idi.