12 Kasım 2015 Perşembe

Kanunların Ruhu / Konu III Müspet kanunlar üzerine



'' İnsanlar toplum halinde yaşamaya başlar başlamaz zayıflık duygularını yitirirler; aralarındaki eşitlik yok olur, savaş hali başlar.

Her özel toplum kendi kuvvetinin farkına varır; bu da milletler arasında savaş durumunu meydana getirir. Her toplumda kişiler, kendi kuvvetlerinin farkına varmaya başlarlar. Toplumun sağlayacağı başlıca yararları kendilerinden yana çevirmeye çalışırlar; bu da bu kişiler arasında savaş durumunu meydana getirir.

Bu iki çeşit savaş durumu, insanlar arasında kanunların yerleşmesine sebep olur. Böyle bu kadar büyük bir gezegende oturduklarına göre yeryüzünde çeşitli toplumların bulunması gerektiğini düşünen insanlar, bu toplumların aralarındaki bağları düzenlemek için kanunlar ortaya atmışlar. Böylece Devletler Hukuku meydana gelmiş. Devam ettirilmesi gereken bir toplumda yaşadıklarını göz önünde bulunduran insanlar, yönetenlerle yönetilenler arasındaki bağları düzenleyecek kanunlar yapmışlar; böylece Siyasi Hukuk meydana gelmiş. Bütün vatandaşlar arasındaki bağları düzenlemek için de kanunlar meydana getirmişler; adına da Medeni Hukuk demişler.

Devletler hukuku, doğal olarak şu ilkeye dayanmaktadır: Bütün milletler barış halinde iken birbirlerine ellerinden geldiği kadar iyilik edecekler; savaş halinde iken, kendi gerçek çıkarlarına zarar vermemek şartıyla birbirlerine mümkün olduğu kadar az kötülük edecekler. Savaşın amacı zaferdir; zaferin amacı istiladır; istilanın amacı da varlığın devamıdır. Devletler hukukunu teşkil eden bütün kanunlar bu ilke ile bundan önce sözünü ettiğimiz ilkeden doğmalıdır.

Bütün milletlerin Devletler Hukuku vardır; tutsaklarını yiyen İrokua’ların bile birbirlerine elçi gönderip elçi kabul ettiklerini görüyoruz. Savaş ve barış hukukunun ne demek olduğunu bilirler de ondan. Ama işin kötüsü şu ki, bu devletler hukuku gerçek ilkeler üzerine kurulu değildir.

Toplumların tümünü birden ilgilendiren devletler hukukundan başka, her toplumun bir de kendi siyasi hukuku vardır. Bir toplumun hükümetsiz yaşaması imkânsızdır. Gravina, “Bütün özel kuvvetlerin birleşmesi, Siyasi Devlet denen şeyi meydana getirir” diyerek çok yerinde bir söz etmiştir.

Genel kuvvet, yalnız bir kişinin eline verilebileceği gibi, birçok kişinin eline de verilebilir. Bazı kimseler, mademki doğa baba egemenliğini kurmuş, o halde bir kişinin yönetimi doğaya en uygun yönetim şeklidir diye düşündüler. Ama baba egemenliğinin örneği hiçbir şeyi ispat etmez. Çünkü babanın egemenliği ile bir kişinin yönetimi arasında bir bağ varsa, babanın ölümünden sonra kardeşlerin egemenliği ya da kardeşlerin ölümünden sonra amca oğullarının egemenliği ile birçok kişinin yönetimi arasında da aynı bağ vardır. Siyasi kuvvet, zorunlu olarak birçok ailenin birleşmesini gerektirir.

Doğaya en uygun hükümet şekli, hangi millet söz konusu ise o milletin özel yapısı bakımından menfaatine en uygun olan hükümet şeklidir demek daha doğru olur.

Özel kuvvetlerin birleşmesi, ancak, bütün iradelerin birleşmesiyle mümkün olur. Yine Gravina, “Bu iradelerin birleşmesi, Medeni Devlet dediğimiz şeyi meydana getirir” diyor.

Genel olarak kanun, yeryüzündeki bütün milletleri yöneten bir şey olmak sıfatıyla insan aklıdır; her milletin siyasi ve medeni kanunları da bu insan aklının uygulandığı özel hallerden başka bir şey olmamalıdır.

Kanunlar, uygulandıkları milletlere öylesine uygun düşmeli ki, başka bir millete uygun düşmesi çok büyük bir tesadüfe bağlı olmalı.

Bu kanunlar, ister siyasi kanunların yaptığı gibi hükümeti teşkil etsin, ister medeni kanunların yaptığı gibi hükümeti devam ettirsin, kurulmuş ya da kurulması düşünülen hükümetin niteliğine bağlı olmalı.

Bu kanunlar, ülkenin tabii durumuna göre düzenlenmeli; yani ülkenin soğuk, sıcak ya da ılıman olan iklimi, toprağın cinsine, yerine ve büyüklüğüne, insanların geçim imkânlarına yani çiftçi, avcı ya da çoban olarak hayatlarını kazanma imkânlarına, bünyelerinin katlanabileceği hürriyet derecesine, dinlerine, eğilimlerine, servetlerine, sayılarına, ticaretlerine, ahlaklarına ve davranışlarına göre ayarlanmalı. Nihayet, kanunların kendi aralarında da birtakım bağları vardır; kökenleriyle, kanun koyucunun amacıyla, dayandıkları olaylar düzeniyle de bağları vardır. İşte kanunları, bütün bu noktaları göz önünde bulundurarak incelemek gerekir.

Benim bu eserimde, yapmak istediğim bundan ibaret. Bütün bu bağları bir bir inceleyeceğim: Hepsi birden Kanunların Ruhu dediğimiz şeyi meydana getirir.

Siyasi kanunları medeni kanunlardan ayırmadım. Kanunları değil, kanunların ruhunu inceleyeceğim de ondan. Bu ruh ise, kanunların çeşitli olaylarla oraya çıkacak bağlarından ibaret olduğundan, kanunların doğal sırasından çok, bu bağlarla bu olayların sırasını takip etmek zorunda kaldım.

Önce, kanunların, her hükümetin nitelik ve ilkesiyle olan bağlarını inceleyeceğim. Bu ilkenin de kanunlar üzerinde büyük bir etkisi olduğundan her şeyden önce bu ilkeyi iyice anlamaya çalışacağım. Bu ilkeyi tam olarak kurup belirttikten sonra da, kanunların âdeta kaynaklarından akıyormuş gibi aktıklarını göreceğiz. Arkasından da daha özel gibi görünen öteki bağlara geçeceğim. ''