'' Tractatus Logico Philosophicus bir doktora
tezi olarak kabul edilerek ona felsefede doktora derecesinin verilmesi ve
Cambridge’de ders vermesine izin verilmesi, onun olağandışı bir düşünür
olduğunun açık bir kanıtıdır. ''
'' Wittgenstein’ın çok yönlü felsefesinin
arkasında onun etkilendiği kişilerin çok yönlülüğünün de etkisi olduğu
düşünülmektedir. Bir yandan Frege ve Russell gibi dil (anlam) ve mantık
(matematik) felsefesi filozoflarının çalışmaları onu felsefeye yöneltirken,
diğer yandan bu felsefe yapma biçimine çok uzak duran Schopenhauer,
Kierkegaard, Freud ve Otto Weininger gibi kişilerin düşüncelerinin onun
üzerinde etkili olduğu görülmektedir. İkinci döneminde daha yakın olduğu G. E.
Moore da onun etkilendiği, ama Russell ve Frege gibi hayran olmadığı,
kişilerden biridir. Sluga bu listeyi biraz daha genişleterek onun etkilendiği
Viyanalı bilim adamları ve filozoflar arasına fizikçi Rudolf Boltzmann,
filozoflar Ernst Mach ve Moritz Schlick, Sigmund Freud ile Otto Weininger
(cinsellik filozofu), Fritz Mauthner (eleştiri ve dil filozofu), Karl Kraus
(politika ve kültür hicivcisi) ve Adolf Loos (mimar) gibi Viyanalı ünlü
kişileri de ekler (1996: 3). Onun yazılarında ele aldığı farklı felsefe
konuları düşünüldüğünde, bu listenin daha da uzatılabileceği açıktır. ''
'' Kendisiyle çelişkiye düşmemek için
Wittgenstein burada merdiven metaforunu2 kullanır. Duvarı aşmak için
kullanılan, duvarı aştıktan sonra devrilmesi gereken bir merdiven gibi,
Tractatus’un tümcelerini de devirmeye veya aşmaya çağırır okuyucuyu. Bu
felsefenin de sonudur. Felsefede bilgiler, anlamlı tümceler yoktur. Felsefe bir
öğreti değil, bir etkinliktir, bir çözümleme etkinliğidir. Bu aynı zamanda onun
bu dönemdeki felsefe anlayışının ifadesidir. Wittgenstein da felsefeyi
bırakarak daha anlamlı bulduğu işleri yapmak için geri Viyana’ya döner. Bu
felsefi notlar almaya olmasa da akademik felsefe yapmaya verilen uzun bir ara
olacaktır. ''
'' II. Dünya Savaşı yıllarında algı ve bilgi
onun yeni ilgi alanı olur. Dilin öğrenim sürecine sıkça göndermede bulunur.
Çocuğun dil öğrenmesinin aslında yeni bir yaşam biçiminin öğrenilmesi olduğunu
görür. Dilde ve herhangi bir dünya kavrayışında varsayılan doğal ve kültürel
koşulların tümü anlamında yaşam biçimi kavramı sıkça kullanılmaya başlanır.
Kesinlik Üzerine’de her inancın birlikte bir dünya görüşü oluşturdukları bir
inançlar sisteminin parçası olduğunu, bir inancı onaylamanın veya yadsımanın
böyle bir inançlar sistemini varsaydığını ve onun bir parçası olduğunu söyler.
Bununla yapmak istediği göreciliğin bir savunusundan ziyade, yaşam
biçimlerinin, dünya görüşlerinin ve dil oyunlarının bütünüyle dünyanın yapısı
tarafından sınırlandığını ortaya koymaktır. Dünya bize hangi dil oyunlarının
oynanabileceğini öğretmektedir (Sluga, 1996: 22). Bununla birlikte de hangi dil
oyunlarının oynanamayacağını da.''