Cautin’de yazlar yakıcı geçer. Gökyüzünü ve buğdayı kavurur. Toprak, derin uykusundan kurtulmak için çabalar. Evler ne kış mevsimine ne yaz aylarına hazırlıklıdır. Şiirimi bulmak sevdasıyla kırlardan geçerek doğru gidiyordum. Yürüyor, yürüyordum. Kendimi Nielol dağı üzerinde yitiriyordum. Yalnızdım, cebim domuzlan böcekleriyle doluydu. Bir kutunun içinde az önce yakaladığım tüylü bir örümcek vardı. Yukarıda gökyüzü görülmüyordu. Orman havası sürekli nemliydi, kayarcasına ilerliyordum. Birden bir kuş sesi duyuyordum, Chucao’nun garip çığlığıydı bu. Ayaklarımın dibinden ürkütücü bir uyarıyla havalanıyordu. Kan damlaları gibi olan Copihue’ler ancak ayır-dediliyordu. Devasa eğrelti otlarının altından geçerken, gittikçe kısaldığımı düşünüyordum. Bir yaban güvercini kuru bir kanat gürültüsüyle yüzümü yalarcasına geçiyordu. Daha yukarıda, başka birtakım kuşlar boğuk bir gülüşle benimle dalga geçiyorlardı. Yolumu zorlukla buluyordum. Vakit çok geçti.
----
İnsana ilişkin gerçeklerin üzerindeki örtü artık kalkmıştır ve Temuco geceleri, bilgilenme sürecimi hızlandırıyor. Okuyabilmek için ne uyuyor ne de yemek yiyordum. Kimseye, belirli bir yöntemle okuduğumu söyleyemem. Zaten kim yönteme bağlı okur ki? Heykeller? Evet.
Bilgi, kesinlikle içeri sızacak bir delik bulur ve oradan girer. Bazıları için dışavurma bir geometri el kitabıyla olur, bazıları içinse birkaç dize şiir yoluyla. Benim için kitaplar, kendimi yitirdiğim ve yitirmeyi sürdürdüğüm orman yaşantısının ta ken-disiydi. Göz kamaştırıcı güzellikteki çiçeklerdi; simsiyah yüksek dallardı, gizemli sessizliklerdi, göksel seslerdi; ama 35011 zamanda dağların, eğreltiotlarınm ve yağmurların ötesindeki insanların yaşamıydı.
---
Bu durumda, benim, insanların kardeşlik duygularına, reçine ve toprak kokusu ile karşılık verme çabalarımı öğrenmek sizi hiç şaşırtmayacaktır. Orada, o bahçede bıraktığım çam kozalağı gibi, sözlerimi de, tanımadığım birçok insanın, birçok tutuklunun, yalnız yaşayan ve zulüm görmüş kişinin kapısına bıraktım. Çocukluğumda, ıssız bir evin bahçesinde edindiğim büyük ders budur işte. Birbirleriyle tanışan ve yaşamın meyvelerini değiş tokuş etmek isteyen çocukların bir oyunuydu belki. Bu küçük gizemli alışveriş, şiirimi besleyen, körükleyen bir tortu gibi çöküp kaldı yüreğimde.
----
SERENAD
Sen benim derimden çok daha benimsin. Seni ararken
İçimde, damarlarımda, kanımda, ışıkla örülmüş
Gizemli dokularımda şendin bulduğum. Sanki kandın sen
Taştın, azıktın.
Bense dışında kaldım aklın, çılgınlığın, giysilerin,
Eski bir karanlık ve ormanlar soyundan geliyorum,
Ama tıpkı bir kuyudaymış gibi iki büklüm girip
Kör bir adam gibi el yordamıyla
Yolumu bulmaya çalışırken topraklarımda,
Adımlarıma yön verecek parmaklıklar yoksa da
Vardır senin gülünün büyümesi evimde
İçimde büyümeyi sürdürüyorsun,
Köklerin çok derinde
Yapraklarında parmak uçlarımı yakmadan
Gözlerine dokunmam olanaksız
Susuzluğumda bedeninin yangınları tutuşur
Kurar yüzünün yaprakları yokluğunu
‘Kim var orada, kim var orada?’ diye sorarım sanki gecenin
Geç saatlerinde
Birisi kapımı çalmış gibi
Bir de bakarım ki boşluğun ortasında rüzgârdan başka bir şey yoktur
Sulardan, ağaçlardan, gündüzleyin yaktığımız
Ateşlerden sönmeye yüz tutmuş
Sanki hiçbir şey yokmuş da
Var olan her şey oradaymış gibi
Sanki yeryüzünün bütün toprakları kapımı tıklatıyormuş gibi
Adsız, yaşam gibi belirsiz
Filizlenen bitkiler ve çamur gibi bulanık,
Gözlerimi kapar kapamaz uyanırsın canevimde
Ben toprağa uzanınca doğarsın uçuşan tozlar gibi,
Yatağını aşındıran nehir
Birbirine dolanmış çıplak ağaç köklerini koruyarak büyürse
Sen de onlar gibi büyürsün bende
O nasıl karanlığıyla birlikteyse, sen de benimle birliktesin
İşte kan ya da buğday, toprak ya da ateş
Yaşarız burada, bir tek bitkiymiş gibi
Yapraklarının anlamını bilmeyen.
Pablo Neruda - Şiirler