24 Ocak 2017 Salı

Talat Enver Cemal Paşalar * Ziya Şakir

Talat, Enver ve Cemal paşalar; Osmanlı İmparatorluğu'nun içinde bulunduğu en buhranlı yıllarında, devlet yönetimini ellerine alarak son devre damgasını vurmuş üç önemli şahsiyettir. İmparatorluğun çöküşünü durdurmak için yaptıkları icraatlar, maalesef çöküşü daha da hızlandırmaktan öte bir netice vermemiştir. Kendileri hakkında şimdiye kadar birçok eser yazılmıştır. Bu eserlerden bazıları, paşaların sadece "hürriyet-perver"liklerini, bazıları ise "akılsız"lıklarını ortaya koymaya çalışmıştır. Elinizdeki eseri diğer eserlerden ayıran en önemli özellik ise; paşaların hayatını, doğumlarından ölümlerine kadar, akıcı bir üslupla ve objektif bir şekilde kaleme almış olmasıdır.
Eserde ele alınan meseleler arasında; İttihad ve Terakki'nin kuruluşu, Sultan Abdülhamid'in İttihad ve Terakki karşısındaki çaresizliği, Meşrûtiyet'in ilanı, Bâbıâli Baskını, İttihad ve Terakki'nin başlattığı ihtilal geleneği, paşaların Birinci Cihan Harbi'nde oynadıkları rol, kimler tarafından ve nasıl öldürüldükleri sayılabilir.

Cumhuriyet'in ilk yıllarından beri süregelen İttihad ve Terakki düşmanlığına farklı bir zaviyeden çözüm arayan ve bir çırpıda okunabilecek, benzersiz bir çalışma...




Sadrazam, Cemâl Paşa’yı görür görmez:

— Nerede kaldınız, Paşa. Arkadaşlar beklediler beklediler, şimdi gittiler, diye bir başlangıç ile söze girişti. Ve sonra:

— Şimdi size, gayet memnun olacağınız bir havadis vereceğim. Bakalım, ne olduğunu keşfedebilecek misiniz? dedi.

Bunun üzerine, konuşma şu şekilde devam etti:

— Geçen gün ben yokken, Enver Paşa, Talât Bey ve Halil Bey’le kararlaştırılmış bir şey olsa gerek. Fakat ne olduğunu tahmin edemiyorum. Lütfen izah buyurur musunuz?

— Almanya Hükümeti, bize ittifak teklif etti. Biz de bunu, memleketin menfaatine muvafık gördük. Bugün sefir Vangenhaym ile ittifaknameyi imza etti. Nasıl, memnun oldunuz mu?

Cemâl Paşa, fena halde şaşaladı. Bir müddet mebhut (şaşkın) kaldı. Bu esnada Sait Halim Paşa, masasının kilitli gözünden bir kâğıt çıkardı. Cemâl Paşa’ya uzattı. Bu kâğıtta, “Osmanlı ve Alman hükümetleri arasında, hukuku mütesaviye (denklik) esasına müstenip” gayet uygun ve makul şartlarla, birkaç maddeden mürekkep, ittifak muahedesi (anlaşması) şartları vardı.

Cemâl Paşa muahedenameyi (anlaşma metnini) beğendi. Fakat Almanya’nın esas müttefikleri olan iki devlet daha vardı ki, acaba onların vaziyeti ne merkezde idi?

Cemâl Paşa bir an evvel bu merakını tatmin etmek için, Sait Halim Paşa’nın yüzüne bakarak:

— Bu çok güzel… Fakat Avusturya? dedi.

Sait Halim Paşa, sanki bu suali bekliyormuş gibi, derhal cevap verdi:

— Avusturya sefiri, yarım saat evvel buraya geldi. Almanya ile akdettiğimiz muahedenin bütün maddelerini, kendi hükümetinin de aynen kabul ettiğine dair, bir mektup getirdi.

— Ya İtalya

— Galiba Alman Hükümeti, bize teklif ettiği ittifaktan İtalya’ya henüz bir şey açmamış olacak ki, şimdilik ondan hiçbir haber yok. Mamafih (Bununla birlikte), İtalyanların da aynı suretle ittifakımızı kabul edeceklerine şüphe etmiyoruz.

Cemâl Paşa sükût etti. Fakat devletin mühim bir rüknünü (ögesini) teşkil ettiği için, gururu incinmişti. Buna binaen, ilk dakikalardan beri dudaklarının ucunda titreyen şu suali sormak lüzumunu hissetti:

— Büyük bir iş yapmışsınız. Oldukça uzun bir müzakereye muhtaç olan bu teşebbüsü, şimdiye kadar benden niçin sakladınız?

Sait Halim Paşa, hafifçe bocaladı. Cemâl Paşa’nın iade ettiği muahedenameyi (anlaşma metnini), büyük bir dikkatle yazıhanesinin gözüne yerleştirirken:

— Bu işi, ben kendim idare ettim. Hatta kat’iyyen kesbedinceye kadar, hiç kimseye bir şey söylemedim… Bugün bile, daha Cavit Bey’in haberi yok. İbrahim Bey’le, Şükrü Bey de henüz bir şey bilmiyorlar. Malûm ya, nazik bir mesele… İhtiyatlı davranmamız lâzım, diye mırıldandı.

Artık, Cemâl Paşa’nın söyleyeceği hiçbir söz kalmamıştı. Kabinenin en nüfuzlu şahsiyetleri tarafından pişirilmiş bir aşa, soğuk su katamazdı.

Cemâl Paşa, şahsen İtilaf Devletleri’ne yani İngiltere, Rusya ve bilhassa Fransa siyasetine mütemayildi (eğilimliydi). Böyle olmakla beraber, yapılmış olan bir işi bozacak veyahut sarsacak şekilde itirazlara kalkışmak istemedi.

— Cenab-ı Hak, memleket hakkında iyi neticeler istihsaline (elde etmesine) bizi hâdim (hizmetkar) etsin, demekle iktifa etti (yetindi).

Ve hatta mühim bir tarihi hadise bu olan işten dolayı, Sadrazam Sait Halim Paşa’yı tebrik etmekten bile çekinmedi. Fakat Cemâl Paşa, Sadrazam’a veda ederek yalıyı terk ederken, kalbinde gizli bir ukde (düğüm) belirmişti. Ve Sait Halim Paşa’nın, bu işi ben idare ettim demesine rağmen, Enver Paşa’nın bu işte, ondan daha büyük bir amil olduğuna kanaat getirmişti.

Nitekim birkaç gün sonra bu mesele şayi olunca, İstanbul efkârı umumiyesi de, tam bir ittifak ile aynı hükmü vermişti.

Fakat bu mesele, münevver meclislerinde, pek hararetli bir münakaşa mevzuu teşkil etti. Bu münevverlerden mühim bir kısmı, Almanya Hükümetinin kudret ve satveti askeriyesini nazırı dikkat alarak, Enver Paşa’nın Almanya ile ittifakında büyük bir isabet görüyorlardı.

Münevverlerin diğer zümresi ve bilhassa Sadrazam Kâmil ve Sait Paşaları, siyasi pirleri makamında gören muhalifler ise, bu iki eski vezirin siyaset temayüllerini nazarı dikkate alarak, Almanya ile ittifakta hiçbir isabet görmüyorlar, Enver Paşa’nın bu hareketini şiddetle tenkit ediyorlardı.

Üçüncü bir zümre daha vardı ki, bunlar da:

— Cihan siyasetinin aldığı bu vahim vaziyette, tabiidir ki, biz yalnız kalamayacaktık. İster istemez, bu iki devlet manzumesinden (sisteminden) biri ile ittifaka mecbur kalacaktık. Fakat niçin bu kadar acele ettik. Niçin vaziyetin inkişafını (gelişmesini) beklemedik. Serbestlik ve bîtaraflığımızı muhafaza ederek, iki zümreden birinin üstünlüğü tebarüz etmeye (belirmeye) başladığı zaman, o tarafa iltihak etseydik daha iyi olmaz mıydı? Diyorlardı. Ve sonra da şu suali soruyorlardı:

— Almanya ve Avusturya, bizimle ittifak akdetmek için müracaatta bulunmuşlar. Bu mesela, tabi-î görülebilir. Fakat şimdiye kadar fiili hiçbir muavenet (yardım) göstermemiş olan bu iki imparatorluğun bize müsavi (eşit) haklar bahşetmesine ne mana vermeli?

Bu sual, büyük bir şüphe doğuruyordu ve bu şüphenin muhtemel neticeleri de, Enver Paşa’yı ağır bir mesuliyete doğru sürüklüyordu.