5 Ağustos 2014 Salı

Kafkas Dağlıları


Y. Abramov (Kafkas Dağlıları kitabında): “Dağlıların başına gelenleri anlatmaya sözcüklerin gücü yetmez. Binlercesi yollarda, binlercesi açlık ve sefaletten öldüler. Kıyılar ölü ve ölmek üzere olan insan doluydu. Annesinin soğumuş cesedinde süt arayan yavrular, donup öldüğü halde çocuğunu kucağından bırakmayan analar ve sırf ısınmak için sıkışarak yattıkları yerde birlikte donarak ölen gruplar, Karadeniz sahilinde olağan manzaralardı...”
 Dekabrist Lorer: “Zass, karargahının yakınında, özel olarak yapılmış küçük bir tepenin üzerine, mızraklara geçirilmiş, sakalları rüzgarda uçuşan Çerkes kafaları dizmişti. Bu iğrenç tabloyu seyretmek üzüntü vericiydi… Bir gün Zass, davetlisi bir hanımın ricası üzerine düşman kafalarını kaldırmayı kabul etti. Generalin çalışma odasına girdiğimizde dayanılmaz, iğrenç bir kokuyla sarsıldım. Zass gülerek, yatağın altında kafaların konduğu sandıkların bulunduğunu söyleyerek şaşkınlığımızı giderdi ve camlaşmış gözleriyle korkunç şekilde bize bakan birkaç kafanın bulunduğu kocaman bir sandığı çekip çıkardı. ‘Onları neden burada tutuyorsunuz?’ diye sordum. ‘Onları kaynatıyorum, temizliyorum ve anatomi çalışmaları için Berlin’deki profesör dostlarıma gönderiyorum’ diye karşılık verdi. (Rus Kazak kadınları Çerkeslerle yapılan savaşlardan sonra savaş alanında dolaşarak Alman asıllı General Zass’ın iyi para ödediği Çerkes kafalarını kesiyorlardı. Zass, birçok kafayı kaynatıp temizledi ve Berlin’e gönderdi.)


 T.Tatlok Ubıhların Karadenize dökülen Khosta ve Soçi nehirleri arasında yaşadığını, doğu sınırlarından Ciget ve Ahçıpsı Abhazları ile komşu olduklarını, ayrıca Gagra ile Soçi arasında diğer Abhaz boyları ile de yakın ilişkileri olduğunu söyler. 19. yüzyılda Ubıh halkının batısında Pşade nehrine kadar olan bölgede Şapsığlar yaşamaktaydı. Evliya Çelebi, seyahatnamesinin 2.cildinde “Abhazistan(Abazia) dan söz ederken, bugünkü Adler’in (o zaman Arıdlar) kuzeyinde dağlar içinde Sadşe vilayeti vardır. Seydi Ahmet Paşa’nın ülkesidir. Kuzey tarafından Çerkes’le alıp verdikleri hesabıyla Çerkesce ve Abazacayı fasih bilirler. Yedi bin şeci bahadırlar. Bunların şerrinden Çerkesler ve Abazalar çekinirler. Arıd kavmi bunlara aman verdiklerinden Arıdlar iskelesine esir ve balmumu getirerek ticaret ederler” diye bahseder. Çelebi’nin sözünü ettiği Arıdlar bir Abhaz sülalesidir.

Ubıhlar belkide denizcilikle uğraşan tek Kafkasyalı kavimdi. Tarihlerinin bir döneminde "Haçapa" adını
verdikleri 30-40 m.lik teknelerle Deniz ticareti ve korsanlık yaptıkları bilinmektedir.


Ubıhları, coğrafi konumları 1830 yılına kadar işgalci Rus tehlikesinden uzak tuttu. Bunda Osmanlı ile Rusya arasındaki statükonun da önemi büyüktü. Ancak Osmanlıların Ruslarla imzalamak zorunda kaldıkları Edirne Antlaşması bu statükoyu bozdu. 1829 yılında yapılan antlaşma Osmanlı Devleti için oldukça ağır şartlar içeriyordu. Bu ağır şartlardan biri de Karadeniz kıyılarındaki haklarının büyük bir kısmını Ruslara devretmeleriydi.
 Edirne Antlaşması’yla elde ettikleri avantajları değerlendirmeyi amaçlayan Ruslar nihai hedefleri olan Sohum – Anapa  kara bağlantısını gerçekleştirmek için hemen harekete geçtiler. Bu doğrultuda elbetteki ilk hedef Abhazya idi. Paskevif tarafından oluşturulan plan çerçevesinde General Gasse, 1830 yılında, 2000 kişilik piyade ve süvari ile Redut-kale’den harketle Sohum ve Gagra’ya çıkartma yaptı. Hemen ardından Gagra’da güçlü bir askeri tahkimat oluşturdular.

 Ubıhlar ve Cigetler, üzerlerine bir çığ gibi düşen Rus tehlikesine karşı Adigelerle birleşerek yoğun bir direniş başlattılar. Nitekim şiddetli bir saldırı ile Gagra’daki Rus tahkimatını bozanlar da Ubıhlardır. Adige-Ubıh-Abhaz dayanışmasının tek cephesi elbetteki Gagra değildi. Yine 1830 yılında General Emmanuel tarafından kurulan Georgievskoe, Alfonskoe ve Alekseevskoe tahkimatlarına karşı da birlikte savaştılar.
        1830 yılından 1836 yılına kadar Rus ordusu Karadeniz kıyısında herhangi bir harekatta bulunmadı. Ancak sürekli olarak tahkimatlarını güçlendirdi. 1837 yılında Çar I.Nikola’nın Kafkasya’yı ziyareti sonrasında bu ülkenin tümden ele geçirilmesi konusunda ciddi atılımlara giriştiler. Bu amaçla Ubıh topraklarında Golovinskoe, Navaginskoe, Suyateidukh gibi yeni tahkimatlar oluşturdular. Durumun ciddiyeti Ubıh liderlerinin gözünden kaçmamıştı. Şiddetle direnişe geçtiler. Bu kararlı savunma Rusların bir süre için bile olsa geri adım atmalarına neden oldu.


          19. yüzyıldaki Ubıh askeri örgütlenmesi konusunda General N.Dubrovin şöyle yazıyor:”….Ubıhlar savaş boyunca liderlerine tam bağımlılık gösterirler.Lider insiyatif kullanmakta ve düşüncelerini yanındakilere açıp açmamakta tamamen özgürdür. Sefer halinde yalnızca ihtiyarlar ve çocuklar görev almazlar. Her savaşçı kendi silah ve erzağını yanında bulundurur. 800-3000 kişilik bir birlik oluşturulunca lider toplantı yerine gidip erzak kontrolü yapar. Denetlemeler sonucunda birlik ileri ve geri olmak üzere iki gruba ayrılır. Aynı köylerden cepheye gelenler 10-100 gruplar oluşturur. Bu grupların kendi aralarında seçtikleri birer liderleri vardır. Bu liderler asıl liderden aldıkları direktifler doğrultusunda gruplarını yönetirler. Ubıh ordusu iki saf halinde harekete geçer.Özellikle hava kararınca savaşırlar ve gün ağarınca bitirirler….”

            Yine Aytek Kundukh, Ubıhlar’daki askeri örgütlenme için şunları  yazar : “ O zamanki koşullara göre askeri örgütlenme biçimiyle diğer Dağlı halklardan ayrılan ve ilginç bir yetkinlik gösteren Kafkasya'nın küçük halklarından biri olan Ubıhları burada vurgulamamak büyük bir haksızlık olur. Böyle bir askeri örgüt diğer Dağlı halklarda, hatta salt Çerkes kabilelerinin tümünde olsaydı, Rusyayla savaşımın sonucu da büyük bir olasılıkla bu denli korkunç olamazdı. Şamil’in sayıca çok sınırlı kuvvetleri arasında askeri düzeni ve disiplini kurmak için ne denli güçlükler çektiği herkesçe bilinmektedir. Bu bakımdan Ubıhlar bütün Dağlıların genel niteliğinden sayılan direngenlikleriyle değil, askeri düzenleri ve disiplinleriyle de her türlü övgüye layıktırlar. Genellikle akınlardaki cesaretleriyle sıyrılan Ubıhlar, Çerkesler arasında olağanüstü çaba ve direngenlikleriyle tanınmışlardır. Hatta Ubıhların “ukaru” denilen ev yıkıcı özel bir askeri sınıfları da vardı… Savaşa gidişte ve savaşta güçlü bir disiplin egemendi. Oysa doğal zamanlarda  Ubıhlar hiçbir hakarete dayanamaz ve hemen hançerle karşılık verirlerdi. Yüzer ve onar kişilik gruplara ayrılan seferi kuvvetlerin başlarında birer komutan bulunurdu. Aşçı,oduncu ve başkomutanla bağlantı kurmak için posta ve bağlantı erleri görevlendirilirdi. Gençler büyüklerin emrinde ve hizmetindeydi. Yiyecekler hesaplı ve kanılı harcanırdı. Sefer sırasında ikişer saflar halinde ve birbirlerine yakın olarak yürürlerdi. Yer değiştirmek yasaktı. Tehlikesiz yerlerde öncüler ve artçılar mensup oldukları kıtayla yürür, fakat tehlikeli yerlerde bunlar yarım km. ya da daha uzun bir mesafeyle ayrılırlardı. Öncüler kendi aralarında birkaç kişiyi keşif için daha da ileri yollardı. Bunlar gördüklerini gerideki öncülere, öncülerde komutanlığa bildirirlerdi. Karlı zamanlarda 5-6 kişilik bir grup her zaman olduğu gibi kayaklarla karı toplar ve orduya yol açarlardı. Geceleri konaklanacak noktalar sefere çıkılmadan önce özellikle kamufleye uygun yerlerden seçilirdi. Dört köşeli çadırlar kurulur ve tehlike durumunda hemen silaha sarılabilmek için çadırın bir yanı açık bırakılırdı. Konaklama yeri tehlikesiz yerdeyse ateşler yakılırdı….

  Ubıhlar askeri operasyona yorgun girmezlerdi.Asıl hedefe yetişmeden, son konakta bir gece, ya da 24 saat dinlenirlerdi. Ubıhlar yalnız geceleri sabaha yarım saat kaldığı zaman baskın yaparlardı.Devinimden önce bütün kuvvet üç kısma ayrılırdı.İlk iki grup öncü,artçı ve asıl kuvvetlerden oluşurdu.Ubıhlar her zaman bir topluluk halinde bulunurlardı, oysa diğer Dağlılar bu yöntemden yoksun idiler ve özellikle açık sahralarda daha iyi çarpışırlardı. Onlar önlerinde öncü, arkalarında artçılar olduğu halde, hemen her zaman iki sıra halinde taarruza geçerlerdi. Ubıhların tutsaklara karşı davranışları çok insalcıldı. Kılık ve ayakkabılarını onlara verir, konaklarda kadınları erkeklerden ayırırlardı; kadınların koruyuculuğunu emirlerinde muhafızlar bulunan merhametli ihtiyarlara verirlerdi.Tabip yaralıları ve tutsakları muayene eder, gereksinmesi olanlara ilaç verirdi….”