Müslüman âlimler, Allah’ın tabiatı ve tevhidin teslîsten üstünlüğü hakkında hıristiyanlarla tartışmaya girdiklerinde karşı tarafın Aristo mantığını ve eski Yunan filozoflarının fikirlerinden hareketle cevap vermeleri müslüman âlimlerde ve hükümdarlarda aklî ilimlere karşı ilgi uyandırmış, bu ilgi onları mevcut ilim ve düşünce ürünlerini Arapça’ya çevirmenin gerekli olduğu fikrine götürmüştür. Bu bağlamda Câhiz’in er-Red Ǿale’n-naśârâ adlı eserinde bilhassa hıristiyan olan Bizanslılar’la kadîm hükemâ arasında yaptığı bilinçli ayırım önemli fikirler vermektedir. Buna göre sıradan insanlar hıristiyanların ve Bizanslılar’ın hikmete ve beyana sahip bulunmadıklarını, yalnızca oymacılık, marangozluk, tasvir ve ipek dokumacılığında becerikli olduklarını bilselerdi onları edip diye görmekten vazgeçer, filozof ve hükemâ kayıtlarından adlarını silerdi. Çünkü mantık kitapları, el-Kevn ve’l-fesâd ve el-Âŝârü’l-Ǿulviyye gibi eserler ne Bizanslı ne de hıristiyan olan Aristo’ya aittir. el-Mecisŧî’yi yazan Batlamyus da ne Bizanslı ne de hıristiyandır. Uśûlü’l-hendese’yi kaleme alan Euclides veya tıp kitabını yazan Câlînûs da Bizanslı veya hıristiyan değildir. Aynı şey Demokritos, Hipokrat, Eflâtun ve daha birçokları için de geçerlidir. Bu insanlar yok olup gitmiştir; fakat onlar aklî mirası yaşamaya devam eden bir milletin, Yunanlılar’ın üyeleriydi. Yunanlılar’ın Bizanslılar’dan farklı bir dinleri ve farklı kültürleri vardı (er-Red Ǿale’n-naśârâ, s. 314, 315).